DERELİ’DE ZAMAN & KIRIK KARPUZLAR

Son yıllarda sürekli olarak yaşadığı üzücü olaylarla, "sellerle" ülke gündemine gelen Dereli; benim Giresun ilçeleri içinde en çok sevdiğim yerlerdendir. Bu topraklarda da çok sevip saydığım, çok sayıda can dostlarım vardır. Doğal güzellikleriyle insanı büyüleyen yapısının yanında, insanlarının sıcaklığı ve güzel kalplilikleriyle her zaman gönlümüzü fetheden bir güzellikler diyarıdır bu ilçemiz. Şayet bir gün yolunuz düşer de bu topraklara gelirseniz, burada; dünyanın en güzel yaylalarını, akarsu ve göllerini, çağıl çağıl şelaleleri ile uçsuz bucaksız yemyeşil ormanlarını görürsünüz... Mavi Göl, Kuzalan Şelalesi, Göksu Travertenleri, Kümbet ve Kulakkaya başta olmak üzere onlarca tabiat mucizesi güzelliğindeki yaylaları ve obalarıyla bu muhteşemlik denizi her gün ziyaretçilerini bekler. Buraya bahşedilmiş doğal güzellikler, Avrupa'nın Alpleri dahil dünyanın her yerindeki tabiat varlıklarını kıskandıracak kadar olağan dışıdır çünkü.

Dereli'mizi sizlere kısaca tanıttık... Aşağıda da görselleri var. Şimdi ise öyküler bizi bekler.

Bugün Giresun’un altmış beş yıllık çok mu çok güzel bir ilçesi olan bu yerleşim, geçmişte küçük ve sevimli bir kasabaymış... Tabi, her yerde olduğu gibi bir askeri birliği de varmış bu güzeller güzeli yöremizin... Askerler de hemen her gün ilçenin biraz dışında olan yerdeki birliklerinde talim yaparlarmış o zamanlar.

Günün birinde ve bu eğitimlerin sürdüğü bir anda talihsiz bir olay yaşanmış... Komutan, eğitimde istediğini yapamayan bir askere biraz sert çıkıp, kendisini de şöyle bir silkeleyip sarsmış ayakta!

O esnada da, hemen yan taraftaki yakın bahçede tarlasıyla meşgul olan bir kocakarı görmüş bu tatsız sahneyi… Ve eğitim alanıyla kendi bahçesi arasında ortada da büyükçe bir dere varken, başlamış uzaktan uzağa komutana saydırıp söylenmeye;

-Ula komutan?... Ula babasının agzına yandığım seni!... Sen bu ana guzularına ne bağırıp çağıriisun zabattan beridir bakiiim he, desee baa? Üstelik bi de benim çocuklarımı silkeleyip dayakla gorkituyusun!... Ula gaç urdan! Getirme beni şimdi ha’uriya yanaaan bak!

Tabi, komutan, içinde ancak gülümsenecek bir hal ve aslında iyi niyet olan bu tehditleri duymuş. Duyunca da aşağıdaki diyaloglara da kapı aralanmış;

-Ana... Benim güzel anam... Bu çocuklar benim de evladım. Biz burda işimizi yapıp, bir disiplin uygulamaya çalışıyoruz.

-Başlarım ula seen disiplinien de saa da!... Bırak çocuklarımın yakasını, tez öte var! (Uzaklaş, demek istiyor.)

-E peki analık... O zaman gel de sen yönet madem bu bölüğü?... Hem ben de bu sayede dinlenirim biraz. Bak? Yoruldum.

-Ula baa bak baa! Gelürsem uriya, hau gafaan bekmezini elimdeeki habu girebinin küpüsüyle akuturum bak? (-Yerel dilde- “küçük baltayla başını yarar, kanını akıtırım” demek.)

Tartışma bu şekilde sürüp giderken ve işler epey çığırından çıkıp da bizim gocagarı komutana böyle söylendikçe, askerlerinin önünde müşkül duruma düşen subay bu sefer raconu kesip münakaşayı sonlandırmak istemiş... Biraz da alttan alarak;

- Yav anacığım, sen tarlanla meşgul ol iyisi mi? Bizde bırak, işimizi yapalım... Ama yok, benden iyi yapacaksan buyur gel, askere sen talim ver bakalım.

Gocagarı, kesilen bu raconun altında kalmayacak bir şekilde ama biraz da bahanelere sığınıp son lafını etmiş o anda... Aralarındaki gür bir şekilde çağlamış da akan sınır olan dereyi de eliyle göstererek;

-Ula gazuk aağzlı!... Ula ben gelsem senden iyi yapar günüünde saa görsetirim de; sen Allaha dua et, ha'bu dere var aramızda... Bu mevsimde garlar eridi, suyu çok akiii... Yoosam, hey gidimin heeeeyy! Benden iyi idmancı, benden ileri talimci mi var?

***

Bu teyzemizin şimdilerde yaşayıp yaşamadığını bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey varsa o da, Dereli’li bir çok dostumuz-arkadaşımız gibi, çok kıymetli kardeşimiz Gırıklı İsiyin’in gülümsemelerle her daim gönlümüzde ayrı bir yeri olduğudur.

Merak edenler ve bilmeyenler için yazıyorum; bizim Hüseyin’in lakabı, yerel halk tarafından Giresun’un dağlık-güney kesimlerine “Kırık” denmesinden kaynaklanıyor. Hatta bugün adı Yavuzkemal beldesi olan yerleşimin eski kayıtlardaki adıdır Kırık. Yani; Kırık Nahiyesi… Bu sebepten Giresun’un yüksek güney bölgelerinde yaşayanlara genel bir ayama, bir lakap olarak çoğunlukla “Gırıklı” denir bu topraklarda.

Gırıklı İsiyin güzel gönlüyle, insancıl, düzgün ve dürüst yapısıyla, candan ve yürekten arkadaşlığıyla bizlerin eski ve kadim bir dostu olmuştur çok uzun yıllardan beridir. Gerçi; olmayacak olaylardan ortaya çıkan, olamayacak hikayelerin kahramanıdır kendisi ama olsun, insan canlısıdır o, gerçek bir "iyi insandır"... Şimdilerde uzakta, yaşamını Avrupa'da sürdürüyor. Tanrı ömrünü uzun, yolunu izini açık eylesin her daim benim sevgili kardeşimin.

Hüseyin’le, gençlik dönemlerimizden kalma ve kitaplar dolduracak kadar çok güzel anılarımız vardır. Hatta, bunları eski kitaplarımızda yazmışlığımız da… Zamanında haylazdık, yaramazdık gerçi, yerimizde duramazdık. Fakat bu kötü yanlarımız, kendimiz hariç kimselerin zarar görmesini istemediğimiz bir mahiyette vuku bulurda tezahür ederdi genellikle her nedense?... Şehirlerarası ve uzak yollarda sürekli kaza yapar, arabayla hiç habersiz sürekli kaçtığımız uzak şehirlerde olanca parayı pulu yer, ve beş parasız-dımdızlak Giresun'a geri düşerdik her seferinde... Ama her şeye rağmen bile bile kimseyi üzmez, bunu olsun başarırdık geçmişte.

Yine yerimizde duramadık?... Bir gece daha aktık yine ışıl ışıl, renkli gecelere.

...

Mevsimlerden kıştı. Otuz yıldan fazlası bile olmuştur, eski zamanlardı. Gençliğin, canlılığın, tozpembe bir hayatın bize en çok uğradığı, en çok tat bıraktığı senelerdi. Unutmak mümkün mü?

Ama ben yine; öylesine olmayacak, öylesine olamayacak, öylesine insan zihnini yorup, bir bulmaca gibi aradan çok yıllar sonra çözülecek olan olaylar zincirine Hüseyin tarafından yeni bir halkanın atıldığı bir durumla karşı karşıya kalacağımı bilemeden, bir gece bir bardayım. On kişi kadar varız, kızlı-erkekli. Çok sevdiğim arkadaşlarımla eğleniyorum, en bekar zamanlarımda.

Bulunduğumuz yerin adına “bar” demişken de, sadece bir eğlence mekanı değildi sanki o yıllarda misafiri olduğumuz çoğu bu yerler?... Her biri, gerek bizlerin güleç yüzünden, gerekse de çok yakından tanıdığımız ve bizlere asla misafir muamelesi yapmayan memleketimin o asil ve candan işletme sahiplerinin güzelliğinden olacak; evimiz gibiydi sanki?... Bir başka samimiyeti, bir başka güzelliği vardır o yılların bizde kalan hatıralarının... Candan ve de yürekten.

Zaten bu cümleleri doğrularcasına, hikayenin geçtiği barın adı bile işte bu kalıpta: “Can Bar”

Samimi… Sıcak… Diğer adıyla namı diğer; “Hacı’nın Yeri.”

***

Hacı Salih Kakışım ağabeyim; şimdilerde çok özlediğimiz, “yenilik” denen şeyin yakasını asla bırakmayan, girişimci, işini iyi yapan bir olağanüstü işletmeci, bir ağabey-bir dost ve sevdikleri için yapamayacağı olmayan bir gönül insanıydı... Kendisine has sebeplerden mesleğine Ankara’da devam ediyor. Mekanının adı; “Balıkhan Restaurant/Çankaya”, başkentteki dostlarımıza buraya uğramalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Bizse, çok mu çok özlüyoruz şimdilerde kendisini. “Keşke gitmeseydin be Hacı abi?” diyoruz ardından. “Seninle çok güzel günlerimiz geçti, şimdi hem sen, hem de o geri gelmez günler çok uzakta.”

İşte böylesi güzel zamanların bir kış akşamı, aslında her şey güzel başlamış, gecenin sonuna kadarda öyle gitmişti... Ta ki, kalkmamıza yakın gece yarısını geçkin saatlerin birinde, birdenbire o tatsız olay olana kadar?... Bizim Falko, çok duygusal insandır. Aramızda bulunan ve kendisinin gönül bağıda bulunan bir bayan arkadaşımızın ters bir cevabı bu güzel gecenin sonunda onun biraz canını sıkmış olacak ki, içtiği içkinin de tesiriyle, yapmaması lazım geldiği halde gidip olanca hırsını tuvaletteki aydınlatma lambalarından çıkarmış bu!... Karpuz şeklindeki birkaç lambayı kırmış, elini de kesmiş bu esnada. Garsonların uyarmasıyla ben gittim aldım kendisini tuvaletten. Ortalık biraz dağılmış vaziyette cam kırıkları ve biraz da kan var yerlerde. Oturttuk, sakinleşmesini sağladık biz önce. Ben hemen zaten çok sevip kıymet verdiğim bir ağabeyim olan müessese sahibine gittim. Aslında olmaması gereken ama olacağa da çare olmaz bir durumu dilim döndüğünce izah edip özür diledim. “Zararınız ne ise lütfen hesabımıza ekleyin” diye de rica-minnette bulundum. Sağ olsunlar, üstelemediler. Bundan başkada bir tatsızlık olmadı zaten? Garson arkadaşlar pamuk-antiseptik malzeme türü bir şeyler ulaştırdılar. Ben pansuman yaptım. Mekan sahibi Hacı abim az sonra yanımıza gelip; “geçmiş olsun!” deyip, gönül aldı… “Kırılan karpuzlara acımadım evladım ama o ellere yazık değil mi?” gibisinden son bir cümleyle de yanımızdan ayrıldığını hatırlıyorum ben en son…

Sonrasında aradan çok yıllar geçti… Yine aynı mekanda yine otururken günün birinde, samimi dostların çok zaman yaptıkları gibi geçmişten konuşurken, bir anda konu döndü dolaştı, bizim Falko’nun yıllar önce yapmış olduğu bu bahsi geçen olaya geldi… Karpuzların kırılma meselesine?... Geldi gelmesine, bu konu hakkında herkes bir şeyler söyledi de, sadece bizim Gırıklı İsiyin’in en son yapmış olduğu yorum bizleri mahvetti!... Paraladı, yerle yeksan etti!

Bakın “Gırıklı” nasıl yorumlamış, kendi kafasına göre, orada kendisinin de var olduğu yıllar önce yaşanılan bu tatsız olayı, yıllarca:

-Ula Falko!... O gece senin bu kadar kime sinirlendiğini ben halendir anlayabilmiş değilim? Bu biiiir… Mevsim kıştı, ortalıkta karpuz hiç görünmüyordu? Bu ikiiii… E hadi peki diyelim ki haydi birine kızdın, sinirlendin? Sen insanların meze yapıp yiyeceği, kışın bissürü para, pahalı karpuzları; elin mutfağına kadar gidip de niye kırarsın ki?... O gece ödediğimiz hesaptan senin haberin var mı!!!

“Bu da; üüüçç…” diyemedi Hüseyin!...

Gülme krizleri ve çok acayip bir gürültü eşliğinde bağlatmadık ona son cümlesini. Masada bulunan hemen herkes Hüseyin’e fiziki olarak şaka yollu saldırdı o an… Ama kimsede gerçek durumu ona açıklamadan yaptı bunu.

O hala, tuvaletlerdeki aydınlatma ışığı olan karpuzlar yerine kışın az bulunan ama turfanda ve pahalı karpuzlar zannediyor, o gece kırılanları?

***

Geçmiş... Özlenilen ve eski Giresun... Ve onun da unutulmaz anıları; işte en az bu öykü kadar saf ve özeldi.

Ey gidi Giresun!... Sen bize sadece ve işte öylesine gelip geçen, bir hayat bırakmadın.

Bu yaşamın içinde anlatılacak en güzel olaylar, en candan insanlar ve onların da baha biçilmez dostluklarıyla, büyükçe bir anılar kervanı da bıraktın… Tüm okuyan gözlere ve o güzelim yüreklere; her zamanki duam ile şükran ve minnet ifadelerimle teşekkür ederim.

"Güneş teninizi yakmasın, yağmur canınızı acıtmasın."

- S O N - Murat Akyol