HEY GİDİ “KARABURUN İLKOKULU” HEY!

1956 Eylül’ünde, şimdi Karadeniz Otoyoluna kurban gitmiş olan İsmailbeyli’deki Karaburun İlkokulu’nda öğrenim hayatımıza ilk adımı attık. Bu okul; İsmailbeyli, Karaburun ve Kuşçulu köylerinin müşterek okulu olup, denize nazır bir kayalığın üzerinde idi.
Öğretmenim de, okulun aynı zamanda müdürü de olan rahmetli Sabri Kandemir idi. Diğer öğretmenler ise merhum Hasan Çiçek (babamın amcasının oğlu) ve merhum Erdem Demirel (ünlü gazeteci ve TV yapımcısı Emin Demirel’in babası) idi. Sanıyorum bir yıl sonra da Turgut Uzunömeroğlu (ressam) gelmişti.
Birinci sınıf tek, ikinci-üçüncü ve dördüncü-beşinci sınıflar birleştirilmiş sınıflardı. Örneğin, dershanenin sağ tarafındaki sıradakiler ikinci sınıf ise, sol tarafındakiler de üçüncü sınıf idi. Öğretmen önce sağ taraftaki ikinci sınıf, sonra da soldaki üçüncü sınıf öğrencilerine dönerek derslerini anlatırdı. Aynı durum dört ve beşinci sınıflar için de geçerliydi.
Akşam evimizde yer sofrasının üzerinde gaz lambası ışığı altında derslerimizi çalışır, ertesi sabah erkenden kalkıp kara önlüklerimizi giyer, beyaz yakalıklarımızı takar, kitap ve defterlerimizi yerleştirdiğimiz kara torbalarımızı boynumuza asar sonra yola koyulurduk.
Mevsim kış ise, her öğrencinin okula en az bir adet kalın bir odun götürmesi adeta bir kanun emri gibiydi.
Bu odunlar bir yerde istiflenir, daha sonra okulun sevimli hademesi rahmetli Samittin Aga (Demirel) tarafından baltayla kesilerek, sobalık hale getirilirdi.
Okula odun götürülmesi konusunda işin kolayına kaçanlar da vardı. Biri de bendeniz. Yolumuz üzerindeki bahçe kazıklarını ve çangalları sökerek okula götürürdük. Tabi bu gibi hareketleri sadece biz değil, diğer köy ve mahallelerden gelenler de yapıyormuş ki, okula çok sayıda şikayet gitmiş. Ertesi günden itibaren ucu yüğlü (sivriltilmiş) kazık kontrolü başladı da bahçeler bu sayede çevre tahribatımızdan kurtarılmış oldu!
Teneffüste veya öğle tatilinde soluğu Onbaşı’nın bakkal dükkanının önünde alırdık.
“Onbaşı da kim?”, diyeceksiniz.
Valla adını hiçbirimiz bilmezdik. Onbaşı aşağı, Onbaşı yukarı…Onbaşı lakabı, her halde askerlikten yadigar olsa gerek. Onunla ilgili bildiğim bir şey varsa o da, sınıf arkadaşım sevgili Mustafa Yunus’un dedesi olduğuydu. Bu vesile ile Onbaşı’ya Allah’tan rahmet, sevgili kardeşim Mustafa’ya da sağlık ve uzun ömürler diliyorum.
Onbaşı’dan parası olanlar çeyrek “cicimomak” (somun ekmeği) arası kırmızı helva ya da zeytin alırdı.
Dükkanın bitişiği de kahvehane idi. Buraya, bizim köyden ve Karaburun’dan da gelenler olurdu.
Rahmetli dedem de (annemin babası Osmanağa’nın Abdullah ya da Ağa dayı) oranın müdavimleri arasındaydı. Babam gurbette olduğu için harçlığımı o verirdi. Dolayısıyla biz de çeyrek ekmek arası “cicimomak” alan mutlu azınlığın arasındaydık.

Seyfullah ÇİÇEK