Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.
Esenyurt Escort

ctwpaa.org https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler

Özcan Temel
Köşe Yazarı
Özcan Temel
 

DENİZ YÜREĞİMİN İÇİNDE

Siz hepiniz deniz - fırtınalı ve büyük- Ben o denizin içinde Ben o denizin içinde bir yağ damlası Katışık ve üvey Ben yağ damlası Hülyalı- dalganın yüzeyinde- Siz hepiniz deniz fırtınalı ve büyük- Deniz yüreğimin içinde Elimde, Yücel Kayıran’ın ‘Günümüz Türk Şiiri Üzerine Makaleler’ alt başlığında “Şiirimin Çeyrek Yüzyılı” adlı kitabı var. İlgimi çekiyor; notlar alarak okuyorum. Büyük emekler verilerek hazırlanmış. Sayfalar dolu dolu. Kitabın 61 den 64’e uzanan sayfalarında, asıl adı Zareh Yıldızcıyan olan İstanbullu ozan Zahrad’ın (1924-2007) şiirleri üzerinde duruluyor. Zahrad, şiirleri yabancı dillere çevrilen, uluslararası pek çok ödül alan fakat ne acı ki ülkesinde tanınmamış, sesini duyuramamış bir ozan! Böyle söylüyor Kayıran. Ben de şimdilik bu makalede yazılanlarla yetinip tanımaya çalışıyorum, Zahrad’ı. Ozanın “Yağ” şiirinden alıntılanan dizeler içine çekiyor, beni. Hava akımını yakalayıp kanatlarını hiç çırpmadan keyifle süzülen bir martıyı seyretme güzelliğinde duygularım… Zahrad “Deniz yüreğimin içinde” diyor. Deniz sevgisi, deniz aşkı, deniz tutkusu bundan daha yalın, özlü, duygulu, güzel anlatılabilir mi? Şiir “siz” ve “ben” sözcüklerinde düğümlenmiş. Ben, şiirin öznesi olan ozan! Siz, özne dışındaki diğer insanlar… Özne dışındakiler bir denize benzetilmiş. Özne, denizin içinde, hülyalı dalgaların yüzeyinde bir yağ damlası! İmgesel bir anlatım yoluna gidilmiş dizelerde. Fırtınaların estiği büyük deniz bir gövde, bir güç gösterisine işaret ediyor, ilk anda. Özne, bu büyük güç karşısında katışık ve üvey bir yağ damlası! Denize düşen yağ, ne batar, ne yiter; daima suyun yüzündedir. Suya karışmaz. Bu dizeler, “Zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmak” deyimini anımsatıyor, bana. Özne, bu deyime bir gönderme yapmış olabilir mi? Dizelerde koyu bir yalnızlık duygusu seziliyor. Çokluklar, kalabalıklar içinde kendini yalnız duyumsayan nice insan var, günümüzde. Bu çağın bir yansıması. Büyük kentlerde, pazarda, caddede, sokakta, meydanda dolaşıyorsunuz. Önünüzdekini, yanınızdakini arkanızdakini tanımıyorsunuz! Apartmanlarda oturuyorsunuz komşunuzu tanımıyorsunuz… Kırsalın, küçük kentin birbirini bilen tanıyan, birbirine selam veren, hal hatır eden sıcak insan ilişkisi, ne yazık ki büyük kentlerde yok! Dolayısıyla büyük kentlerde insan yalnızlaşıyor, içine kapanıyor; darılgan, kırılgan, sıkılgan, tedirgin bir tipe dönüşüyor… Başkalarını deniz; özne dalgaların üstünde harelenen bir yağ damlası! Bu bir ayrışma dili. Katışık ve üvey olma hali. Kendini toplumdan soyutlama. Koyu bir yalnızlığa gömülme! Yalnızlık izleği ozanların kırılgan dilidir. Ozanların yalnızlık üzerine söyleyeceği sözü, kâğıda dökeceği dizeleri vardır, mutlak. Orhan Veli Kanık “Bilmezler yalnız yaşamayanlar / Nasıl korku verir sessizlik insana / İnsan nasıl konuşuverir kendisiyle / Nasıl koşar aynalara / Bir cana hasret / Bilmezler” dizeleriyle dışa vurur yalnızlık duygusunu; Fazıl Hüsnü Dağlarca “Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığın / Yalnızlığım ruhumda uzak bir ses gibidir” dizeleriyle… Behçet Necatiğil’in şiirinde, yalnızlığın umarı eve dönmektir: Yandı sokak lambaları mum alevi pervane Şeytanca sırıtır fosforlu camlar Gördüm zifir sarısını dükkân vitrinlerinde Belliydi, biliyordu, bezgindi Evimize gidelim. “Dışarda” şiirinde anlatıldığı gibi paraya saygılıdır, camlar, vitrinler... İnsanın, insanlığın yerini para almıştır. Cebinde parası olan mutludur. Parasız olanlar, tedirgin. Necatigil’in söylemiyle, insan kaynayan gösterişli, albenili, ışıklı caddelerde, yalnızlık duygusuna kapılan kişi huzursuzdur, tedirgindir hatta bezgindir. Ne yazık ki saygı insana değil, parayadır. Farların gecede büyülttüğü kırık bir yanı vardır, ömrün! Garipsi türkülerle başlamadan yollar tek umar eve gitmektir. Böyle nokta koyar şiire Necatigil: “Evimize gidelim”. Başkaları gibi benim de ilgimi çeker, deniz. Denize karşı bir evde açmışım gözlerimi, yaşama… Çocukluğum, gençliğim, ömrüm hep denizle iç içe geçti desem abartı olmaz. Deniz nasıl Zahrad’ın yüreğinin içindeyse; benim de öyle yüreğimin içinde. Benim için bir tutku, bir sevda… Uzak kaldığımda özlem! Ne zaman bir deniz türküsü dinlesem içim kıpır kıpır: ‘Denizde karaltı var / Bu gelen kayık mıdır?’… ‘Çekin uşaklar çekin / Hemen aldık ırgatı’… Ne zaman Zeki Ömer Defne’nin “Kıyıdaki Tekne” şiirini okusam, denize çıkmayı bekleyen kıyıdaki kırık dökük, eski bir teknenin deniz özlemiyle yanıp tutuşan nafile bekleyişi yüreğimi burkar: “Başımı, bordamı dövsün dalgalar / Tuzlar tahtalarımı kemirsin istiyorum. / Çek beni fırtına, çek beni deniz! / Bırak beni sahil, bırak beni kum!”... Bu bağlamda yine Zahrad’ın dizelerine kulak verelim: Sen bir zamanlar sanmıştın Ki aşkın sınırı yok- Oysa var Ve o Sınır sensin Şimdi Iskarmozları söküp götürmüşler Nasıl kürek çekeceksin Yaşama?   İskorpitleri Kim toplayacak? Deniz bir uçurumdur Ağzına kadar su “Aşkın sınırı yok” söylemine “Oysaki var / Ve o / Sınır sensin” dizeleriyle yanıt veriyor. Bir anlamda aşkı insanla sınırlıyor. Yunus Emre “Aşk gelicek cümle eksikler biter” dememiş mi yüz yıllar ötesinden? Kuşkusuz aşk, bütün eksikleri bitiren derin, yüce bir duygu! Yine deniz eğretilemesi (metefor) üzerinden dile getiriyor, duygularını Zahrad. Kayığın ıskarmozlarını (yan kenarlara yerleştirilmiş kürek kayışı takılan dik çubuklar) söküp götürmüşlerse, “Nasıl kürek çekeceksin, yaşama?” diyor; ardından “İskorpitleri (iri başlı dikenli balık) kim toplayacak denizden?” diye sürdürüyor sorgulamasını. Bir anlamda deniz olarak betimlenen aşk, yaşamla bütünleştiriyor. Nasıl küreksiz kayık denize açılamazsa aşkız insan da yaşama tutunamaz. Ve şöyle sonlanıyor dizeler: “Deniz bir uçurumdur / Ağzına kadar su”… Denizdeki tehlikeyi uçurum sözcüğü ile karşılıyor; denizi ağzına kadar su dolu bir kaba benzetiyor. Öyle ki yüzmeyi bilmeyen, denizi tanımayan, denizin dilini anlamayan bir kaşık suda boğulabilir demeye getiriyor sözü. Kimi ozanların dilinde deniz aşktır; kimi ozanların dilinde kaygı, korku; kimi ozanların dilinde özlem… Yahya Kemal Beyatlı’da sonsuzluk düşüncesidir. Şöyle der Beyatlı “Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!”… Sonsuzluk kavramı üzerine kurguladığı Açık Deniz şiirini şu dizelerle bitirir: “Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı / Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı”… Birçok şaire esin kaynağı olmuş denizler… İmgelerle, eğretilemelerle, simgelerle yüklü dizelerde denizin tadı, tuzu, enginliği, insan ruhundaki yansısı vurgulanmış... Deniz sevgi olmuş, aşk olmuş, özlem olmuş, düş olmuş, duygu, düşünce olmuş; korku, kaygı olmuş, ölüm olmuş… Tevfik Fikret’in dilinde, yüreğindeki acıları bilen ve ozana acıyıp ağlayan mavi bir güz oluverir, deniz: Ben bu gözlerle mükedder, âciz Sana baktıkça teselli bulurum, aldanırım, Mâi bir göz elem-i kalbime ağlar sanırım... Daha nice nice ozanlara esin kaynağı olacak; daha nice özlü, içli, titrek duyguların imge dili olacak deniz…
Ekleme Tarihi: 25 Ekim 2021 - Pazartesi

DENİZ YÜREĞİMİN İÇİNDE

Siz hepiniz deniz - fırtınalı ve büyük-

Ben o denizin içinde

Ben o denizin içinde bir yağ damlası

Katışık ve üvey

Ben yağ damlası

Hülyalı- dalganın yüzeyinde-

Siz hepiniz deniz fırtınalı ve büyük-

Deniz yüreğimin içinde

Elimde, Yücel Kayıran’ın ‘Günümüz Türk Şiiri Üzerine Makaleler’ alt başlığında “Şiirimin Çeyrek Yüzyılı” adlı kitabı var. İlgimi çekiyor; notlar alarak okuyorum. Büyük emekler verilerek hazırlanmış. Sayfalar dolu dolu. Kitabın 61 den 64’e uzanan sayfalarında, asıl adı Zareh Yıldızcıyan olan İstanbullu ozan Zahrad’ın (1924-2007) şiirleri üzerinde duruluyor.

Zahrad, şiirleri yabancı dillere çevrilen, uluslararası pek çok ödül alan fakat ne acı ki ülkesinde tanınmamış, sesini duyuramamış bir ozan! Böyle söylüyor Kayıran. Ben de şimdilik bu makalede yazılanlarla yetinip tanımaya çalışıyorum, Zahrad’ı. Ozanın “Yağ” şiirinden alıntılanan dizeler içine çekiyor, beni. Hava akımını yakalayıp kanatlarını hiç çırpmadan keyifle süzülen bir martıyı seyretme güzelliğinde duygularım…

Zahrad “Deniz yüreğimin içinde” diyor. Deniz sevgisi, deniz aşkı, deniz tutkusu bundan daha yalın, özlü, duygulu, güzel anlatılabilir mi? Şiir “siz” ve “ben” sözcüklerinde düğümlenmiş. Ben, şiirin öznesi olan ozan! Siz, özne dışındaki diğer insanlar… Özne dışındakiler bir denize benzetilmiş. Özne, denizin içinde, hülyalı dalgaların yüzeyinde bir yağ damlası! İmgesel bir anlatım yoluna gidilmiş dizelerde. Fırtınaların estiği büyük deniz bir gövde, bir güç gösterisine işaret ediyor, ilk anda. Özne, bu büyük güç karşısında katışık ve üvey bir yağ damlası! Denize düşen yağ, ne batar, ne yiter; daima suyun yüzündedir. Suya karışmaz. Bu dizeler, “Zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmak” deyimini anımsatıyor, bana. Özne, bu deyime bir gönderme yapmış olabilir mi?

Dizelerde koyu bir yalnızlık duygusu seziliyor. Çokluklar, kalabalıklar içinde kendini yalnız duyumsayan nice insan var, günümüzde. Bu çağın bir yansıması. Büyük kentlerde, pazarda, caddede, sokakta, meydanda dolaşıyorsunuz. Önünüzdekini, yanınızdakini arkanızdakini tanımıyorsunuz! Apartmanlarda oturuyorsunuz komşunuzu tanımıyorsunuz… Kırsalın, küçük kentin birbirini bilen tanıyan, birbirine selam veren, hal hatır eden sıcak insan ilişkisi, ne yazık ki büyük kentlerde yok! Dolayısıyla büyük kentlerde insan yalnızlaşıyor, içine kapanıyor; darılgan, kırılgan, sıkılgan, tedirgin bir tipe dönüşüyor…

Başkalarını deniz; özne dalgaların üstünde harelenen bir yağ damlası! Bu bir ayrışma dili. Katışık ve üvey olma hali. Kendini toplumdan soyutlama. Koyu bir yalnızlığa gömülme!

Yalnızlık izleği ozanların kırılgan dilidir. Ozanların yalnızlık üzerine söyleyeceği sözü, kâğıda dökeceği dizeleri vardır, mutlak. Orhan Veli Kanık “Bilmezler yalnız yaşamayanlar / Nasıl korku verir sessizlik insana / İnsan nasıl konuşuverir kendisiyle / Nasıl koşar aynalara / Bir cana hasret / Bilmezler” dizeleriyle dışa vurur yalnızlık duygusunu; Fazıl Hüsnü Dağlarca “Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığın / Yalnızlığım ruhumda uzak bir ses gibidir” dizeleriyle… Behçet Necatiğil’in şiirinde, yalnızlığın umarı eve dönmektir:

Yandı sokak lambaları mum alevi pervane

Şeytanca sırıtır fosforlu camlar

Gördüm zifir sarısını dükkân vitrinlerinde

Belliydi, biliyordu, bezgindi

Evimize gidelim.

“Dışarda” şiirinde anlatıldığı gibi paraya saygılıdır, camlar, vitrinler... İnsanın, insanlığın yerini para almıştır. Cebinde parası olan mutludur. Parasız olanlar, tedirgin. Necatigil’in söylemiyle, insan kaynayan gösterişli, albenili, ışıklı caddelerde, yalnızlık duygusuna kapılan kişi huzursuzdur, tedirgindir hatta bezgindir. Ne yazık ki saygı insana değil, parayadır. Farların gecede büyülttüğü kırık bir yanı vardır, ömrün! Garipsi türkülerle başlamadan yollar tek umar eve gitmektir. Böyle nokta koyar şiire Necatigil: “Evimize gidelim”.

Başkaları gibi benim de ilgimi çeker, deniz. Denize karşı bir evde açmışım gözlerimi, yaşama… Çocukluğum, gençliğim, ömrüm hep denizle iç içe geçti desem abartı olmaz. Deniz nasıl Zahrad’ın yüreğinin içindeyse; benim de öyle yüreğimin içinde. Benim için bir tutku, bir sevda… Uzak kaldığımda özlem! Ne zaman bir deniz türküsü dinlesem içim kıpır kıpır: ‘Denizde karaltı var / Bu gelen kayık mıdır?’… ‘Çekin uşaklar çekin / Hemen aldık ırgatı’… Ne zaman Zeki Ömer Defne’nin “Kıyıdaki Tekne” şiirini okusam, denize çıkmayı bekleyen kıyıdaki kırık dökük, eski bir teknenin deniz özlemiyle yanıp tutuşan nafile bekleyişi yüreğimi burkar: “Başımı, bordamı dövsün dalgalar / Tuzlar tahtalarımı kemirsin istiyorum. / Çek beni fırtına, çek beni deniz! / Bırak beni sahil, bırak beni kum!”...

Bu bağlamda yine Zahrad’ın dizelerine kulak verelim:

Sen bir zamanlar sanmıştın

Ki aşkın sınırı yok-

Oysa var

Ve o

Sınır sensin

Şimdi

Iskarmozları söküp götürmüşler

Nasıl kürek çekeceksin

Yaşama?

 

İskorpitleri

Kim toplayacak?

Deniz bir uçurumdur

Ağzına kadar su

“Aşkın sınırı yok” söylemine “Oysaki var / Ve o / Sınır sensin” dizeleriyle yanıt veriyor. Bir anlamda aşkı insanla sınırlıyor. Yunus Emre “Aşk gelicek cümle eksikler biter” dememiş mi yüz yıllar ötesinden? Kuşkusuz aşk, bütün eksikleri bitiren derin, yüce bir duygu! Yine deniz eğretilemesi (metefor) üzerinden dile getiriyor, duygularını Zahrad. Kayığın ıskarmozlarını (yan kenarlara yerleştirilmiş kürek kayışı takılan dik çubuklar) söküp götürmüşlerse, “Nasıl kürek çekeceksin, yaşama?” diyor; ardından “İskorpitleri (iri başlı dikenli balık) kim toplayacak denizden?” diye sürdürüyor sorgulamasını. Bir anlamda deniz olarak betimlenen aşk, yaşamla bütünleştiriyor. Nasıl küreksiz kayık denize açılamazsa aşkız insan da yaşama tutunamaz. Ve şöyle sonlanıyor dizeler: “Deniz bir uçurumdur / Ağzına kadar su”… Denizdeki tehlikeyi uçurum sözcüğü ile karşılıyor; denizi ağzına kadar su dolu bir kaba benzetiyor. Öyle ki yüzmeyi bilmeyen, denizi tanımayan, denizin dilini anlamayan bir kaşık suda boğulabilir demeye getiriyor sözü.

Kimi ozanların dilinde deniz aşktır; kimi ozanların dilinde kaygı, korku; kimi ozanların dilinde özlem… Yahya Kemal Beyatlı’da sonsuzluk düşüncesidir. Şöyle der Beyatlı “Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!”… Sonsuzluk kavramı üzerine kurguladığı Açık Deniz şiirini şu dizelerle bitirir: “Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı / Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı”…

Birçok şaire esin kaynağı olmuş denizler… İmgelerle, eğretilemelerle, simgelerle yüklü dizelerde denizin tadı, tuzu, enginliği, insan ruhundaki yansısı vurgulanmış... Deniz sevgi olmuş, aşk olmuş, özlem olmuş, düş olmuş, duygu, düşünce olmuş; korku, kaygı olmuş, ölüm olmuş…

Tevfik Fikret’in dilinde, yüreğindeki acıları bilen ve ozana acıyıp ağlayan mavi bir güz oluverir, deniz:

Ben bu gözlerle mükedder, âciz

Sana baktıkça teselli bulurum, aldanırım,

Mâi bir göz elem-i kalbime ağlar sanırım...

Daha nice nice ozanlara esin kaynağı olacak; daha nice özlü, içli, titrek duyguların imge dili olacak deniz…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve goreleden.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.