Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.
Esenyurt Escort

ctwpaa.org https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler siyah bayrak ayna

Özcan Temel
Köşe Yazarı
Özcan Temel
 

NEYZEN'İN ŞİİRİNDEN YOLA ÇIKARAK SEVİ ÜZERİNE DEĞİNME

Dudağında yangın varmış dediler Ta ezelden yayan koşarak geldim. Alev yanaklara sarmış dediler Sevda seli oldum, taşarak geldim.     Kapılmışım aşk oduna bir kere, Katlanırım her bir cefaya, cevre Uğraya uğraya devirden devre Bütün kâinatı aşarak geldim.     Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü Ben gönlümü sana verdim götürü. Sana meftun olduğumdan ötürü Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim. İki kollu bir ırmağa bezer Neyzen Tevfik (1879-1952). Bir kolu neydir, diğer kolu şiir. Bir kolunda Osmanlı kültürü diğer kolunda Cumhuriyet birikimleri… Paraya pula önem vermeyen, makamda,  mevkide gözü olmayan tam bir gönül adamıdır. Küçük yaşlarda başlar, ney üflemeye. Yıllar yılları kovalarken ney, giderek bir tutkuya; tutku giderek sevgiye, sevgi giderek aşka (sevi) dönüşür. Bir insanı en iyi kendisi anlatabilir. Neyzen de öyledir. Söylediği ”Aksedince gönlüme şems-i hakîkat pertevi / Meyde Bektâşî göründüm neyde oldum Mevlevî” beytinden daha iyi, daha etkili, daha yalın kendisinden kim anlatabilirdi ki? Hem bir ney ustasıdır, Neyzen hem bir şiir! Yazdığı şiirler üflediği ney gibi içli, derin, duygulu, etkilidir. Halk şiirimizin koşma türünün güzel bir örneğidir, yukarıdaki dörtlükler. Yalın, katıksız bir güzelleme yürekte ancak böyle duyulur, böyle yazılır. Güzellemeler aşk (sevda) şiirleridir. Dillerden düşmeyen aynı anlamlı bu iki sözcük, dilimize Arap dilinden gelme. Türkçesi yok mu? Var elbette! 13. Yüzyıl Yunus Emre'nin şiir dilinde, bu iki sözcüğün sevmek eyleminden türetilmiş Türkçe karşılığıdır  'sevi'. Şöyle der Yunus Emre: Ben gelmedim davi için Benim işim sevi için Dostun evi gönüllerdir Gönüller yapmaya geldim Ne var ki sonraki yüzyıllarda, sevi sözcüğünün yerine Arapça kökenli aşk ve sevda sözcüğü kullanılmaya başlanmış; dolayısıyla bu güzel sözcük hem gözden hem de gönülden düşmüş. Gönüller yapmaya geldiğini söyleyen Yunus Emre'nin sevgi dilinde filizlenen sevi, daha taze bir fidanken ne yazık ki dal budak salan ulu bir çınara dönüşemeden dil tarlasında kurumuş. Sevi, ozanların en çok işledikleri temadır. Halk ozanı da Divan şairi de sevi üzerine kurgulamış nice duygulu, içli şiirleri… Neyzen de bunlardan biridir. Halk şiirinin koşma türünde kaleme aldığı dizelerde sevi temasını işler. Kapılmıştır, bir kere aşk oduna (sevi ateşi) Neyzen. Sevgilinin dudağında yangın vardır; alevler yanağa sıçramıştır. Bunu duyan Neyzen,    ta ezelden yayan koşarak, sevda seli olup taşarak, uğraya uğraya devirden devire, bütün kâinatı aşarak sevgilinin yanına geldiğini söylüyor. Şiirdeki ateş ya da yangın sözcüğü simgesel olarak seviyi dile getirir. Sevi oduna düşen kişi, sevdiğine gönül vermiştir, artık. Tutkundur, vurgundur, yaralıdır... Gözü başka birini görmez, gönlü başka birine akmaz.    Kavuşmak umuduyla yanıp tutuşur. Düşler kurar. Bu yüzden sevgilinin her türlü nazına, cilvesine, eziyetine, sıkıntısına katlanmak durumundadır. Ruhundaki esriklik (sarhoş) gönlündeki kıpırtı, coşku bundandır. “Kapılmışım aşk oduna bir kere” dizesinde, Neyzen aşk ateşine bir başka söylemle sevi oduna düştüğünü dile getiriyor; bir sonraki dörtlükte gönlünü sevgiliye verdiğini bu yüzden esrik (sarhoş) olduğunu söylüyor.  Dizede yer alan od, Köktürk Yazıtlarında yer alan ve ateş, alev anlamına gelen “öt” sözcüğünün zamanla “od” sözcüğüne dönüşmesiyle oluşmuş. Ateş, Farsçadan dilimize gelmiştir. Ne yazık ki sevi sözcüğü sonraki yüzyıllarda yerini Arapça kökenli aşk ve sevda sözcüklerine bırakmış; od sözcüğü Farsça ateş ve Arapça nar sözcüklerine.  Zamanla kullanım alanı daralsa da od sözcüğü bir yolunu bulup varlığını sürdürmüş; özünü, rengini, kokusunu korumasını bilmiş. Nasıl mı? Yakacak anlamına gelen odun (ot-u-n), ateş yakılan yer anlamına gelen ocak (od-cak), yine barınılan ve ateş yakılan yer anlamına gelen otağ (çadır) (ot-a-g)sözcükleri od sözcüğünden türetilmiştir. Dahası baba ocağı, ata ocağı; od ocak kurmak gibi söylemlerde, bir anlamda, od sözcüğü tüm canlılığı ile yaşamaktadır. Ocak sözcüğünden mutfak anlamında ocaklık sözcüğü türetilmiş. Eski Türkçe döneminde kesmek, biçmek anlamına gelen bıçmak eyleminden türetilen bıçakla ilgi kurularak ocaklık bucaklık söylemine yer verilmiş. Çok yoksul, evsiz barksız anlamına gelen “odsuz ocaksız” deyimi hem od hem de bu sözcükten türetilen ocak sözcükleri bir araya getirilerek oluşturulmuş. Ocak dar anlamda evin, geniş anlamda yurdun simgesidir. Tüten ocak, evde yaşam olduğunun belirtisidir. Bu nedenle Mehmet Akif,  al sancağın dalgalanması ile ocak arasında köklü, güçlü bir bağ kurmuş ve İstiklal Marşı'mızda “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” dizesinde yer vermiştir.  Yine güzellemeye dönersek “Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü” dizesiyle başlıyor son dörtlük. Dizede, gönül yapmak ve gönül yıkmak deyimleri ustaca kullanılmış. Uygun sözlerle, davranışlarla bir kimsenin gücenikliğini, kırgınlığını giderip gönlünü yeniden hoş etmek; iyi davranışlarla kişiyi kendine bağlamaktır, gönül yapmak.  Birine çok üzücü davranışta bulunmanın ya da kötü söz söylemenin karşılığıdır, gönül yıkmak.  Yunus Emre “Dostun evi gönüllerdir / gönüller yapmaya geldim” söylemiyle gönüller yapmanın özünde var olan sevginin gücüne vurgu yapıyor. Dolayısıyla her şey sevgilide düğümleniyor. Neyzen'in gönlünü yapacak olan da sevgilidir,  yıkacak olan da. Sıkışıldığında, karar vermekte zorlanıldığında “İki arada bir derede kaldım” denilir ya aşk ve sevi sözcüklerini kullanırken tam da bu duruma düşüyorum. Biri Arapça, diğeri Türkçe! Gönlüm, usum, mantığım sevi sözcüğünden yana. Gelgelelim bu sözcük günümüzde kullanılmıyor! Bir başka söylemle aşk sözcüğü diri, sevi sözcüğü ölü! Şiirde Neyzen, sevi sözcüğüne değil de bu sözcüğün Arapçadan dilimize giren karşılıklarına yer vermiş: sevda seli ve aşk odu. Bu iki sözcüğün ardından gelen sel ve od sözcükleri Türkçe!  Ben yine de sevi demeyi yeğleyeceğim.  Gönlüne sevi odu düşen Neyzen, yüreğinin sesini, coşkulu içli dizelere döker. Şiirin ilk dörtlüğündeki  renk kırmızıdır. Bunu yangın” ve alev sözcükleri ele verir. Yazında, kırmızı renk sevinin (aşk) simgesidir; gül sevgilinin. Onlarca şiir yazılmış sevi ve sevgili üzerine… Her birinin dili, algısı, yansısı, kurgusu başka güzel! Sevi köklü, özlü, evrensel bir duygudur. Bundan olsa gerek Neyzen şiirini kurgularken sevinin evrenselliğine vurgu yapmak amaçlı “Uğraya uğraya devirden devre / Bütün kâinatı aşarak geldim” dizelerine yer vermeği yeğlemiş. Bir bağlamda sevinin gücüne, etkisine, büyüklüğüne, derinliğine, yüceliğine vurgu yapmak istemiş. Öyledir de. Eski Türkçe döneminde, sevi üzerine söylenmiş bir koşuk daima ilgimi çeker: Yalfın anın közi Yeklin anın özi Tolun ayın yüzi Yardı menin yürek  Gözleri büyüleyicidir, insanı çeker ve etkisine alır. Özü bu dünyada konuktur, yani ölümlüdür; yüzü dolunaya benzer. Böyle betimlenir, sevgili. Onu gören kişinin yüreği yarılır. Bunun adı sevidir. İki sözcük arasında yalın, yakın, sıcak bağlar olsa da sevgi ile sevi aynı anlamda değildir. Birinden diğerine geçiş yapılır. Sevgi geneldir, sevi özel.  Sevginin tutkuya dönüşen derin açılımıdır, sevi.  Mevlana “sandığın kadar değil yandığın kadardır” diyerek seviyi (aşk) tanımlamış. Sevgide beğeni, coşku,  huzur vardır; sevide tutku, bağlanma, yanma, katlanma, çile… “Bakarken kıyamamak mı yoksa doyamamak mıdır?” diyerek sözü sevi üzerine odaklayan Özdemir Asaf  “Seni saklayacağım inan / Yazdıklarımda, çizdiklerimde / Şarkılarımda, sözlerimde” dizeleriyle başlayan şiirinde, sevi ile yaşam arasında sıcak bir bağ kuruyor: “ Bir seviyi anlamak / Bir yaşamı harcamaktır”.  Sözün özü, özeti sevi emektir. Söz konusu sevi olunca sevgili hem bakarken kıyılamayacak hem de doyulamayacak yüce bir değerdir. Tutkudur, sevgidir, özlemdir; sevi. İsmail Hami Danişmend'in şiir dilinde “Bir kâsedür alav dolu gönlüm yanā yana / Men tā senün yanunda dahî hasretem sanā!” dizeleriyle dile getirilen sevenin gönlünü alev dolu bir kâseye dönüştüren, tüm bedenine ateş düşüren yalın, derin, içli bir duygu. 
Ekleme Tarihi: 04 Aralık 2021 - Cumartesi

NEYZEN'İN ŞİİRİNDEN YOLA ÇIKARAK SEVİ ÜZERİNE DEĞİNME

Dudağında yangın varmış dediler

Ta ezelden yayan koşarak geldim.

Alev yanaklara sarmış dediler

Sevda seli oldum, taşarak geldim.

 

 

Kapılmışım aşk oduna bir kere,

Katlanırım her bir cefaya, cevre

Uğraya uğraya devirden devre

Bütün kâinatı aşarak geldim.

 

 

Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü

Ben gönlümü sana verdim götürü.

Sana meftun olduğumdan ötürü

Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.

İki kollu bir ırmağa bezer Neyzen Tevfik (1879-1952). Bir kolu neydir, diğer kolu şiir. Bir kolunda Osmanlı kültürü diğer kolunda Cumhuriyet birikimleri… Paraya pula önem vermeyen, makamda,  mevkide gözü olmayan tam bir gönül adamıdır. Küçük yaşlarda başlar, ney üflemeye. Yıllar yılları kovalarken ney, giderek bir tutkuya; tutku giderek sevgiye, sevgi giderek aşka (sevi) dönüşür. Bir insanı en iyi kendisi anlatabilir. Neyzen de öyledir. Söylediği ”Aksedince gönlüme şems-i hakîkat pertevi / Meyde Bektâşî göründüm neyde oldum Mevlevî” beytinden daha iyi, daha etkili, daha yalın kendisinden kim anlatabilirdi ki?

Hem bir ney ustasıdır, Neyzen hem bir şiir! Yazdığı şiirler üflediği ney gibi içli, derin, duygulu, etkilidir. Halk şiirimizin koşma türünün güzel bir örneğidir, yukarıdaki dörtlükler. Yalın, katıksız bir güzelleme yürekte ancak böyle duyulur, böyle yazılır. Güzellemeler aşk (sevda) şiirleridir. Dillerden düşmeyen aynı anlamlı bu iki sözcük, dilimize Arap dilinden gelme. Türkçesi yok mu? Var elbette! 13. Yüzyıl Yunus Emre'nin şiir dilinde, bu iki sözcüğün sevmek eyleminden türetilmiş Türkçe karşılığıdır  'sevi'. Şöyle der Yunus Emre:

Ben gelmedim davi için

Benim işim sevi için

Dostun evi gönüllerdir

Gönüller yapmaya geldim

Ne var ki sonraki yüzyıllarda, sevi sözcüğünün yerine Arapça kökenli aşk ve sevda sözcüğü kullanılmaya başlanmış; dolayısıyla bu güzel sözcük hem gözden hem de gönülden düşmüş. Gönüller yapmaya geldiğini söyleyen Yunus Emre'nin sevgi dilinde filizlenen sevi, daha taze bir fidanken ne yazık ki dal budak salan ulu bir çınara dönüşemeden dil tarlasında kurumuş.

Sevi, ozanların en çok işledikleri temadır. Halk ozanı da Divan şairi de sevi üzerine kurgulamış nice duygulu, içli şiirleri… Neyzen de bunlardan biridir. Halk şiirinin koşma türünde kaleme aldığı dizelerde sevi temasını işler. Kapılmıştır, bir kere aşk oduna (sevi ateşi) Neyzen. Sevgilinin dudağında yangın vardır; alevler yanağa sıçramıştır. Bunu duyan Neyzen,    ta ezelden yayan koşarak, sevda seli olup taşarak, uğraya uğraya devirden devire, bütün kâinatı aşarak sevgilinin yanına geldiğini söylüyor. Şiirdeki ateş ya da yangın sözcüğü simgesel olarak seviyi dile getirir. Sevi oduna düşen kişi, sevdiğine gönül vermiştir, artık. Tutkundur, vurgundur, yaralıdır... Gözü başka birini görmez, gönlü başka birine akmaz.    Kavuşmak umuduyla yanıp tutuşur. Düşler kurar. Bu yüzden sevgilinin her türlü nazına, cilvesine, eziyetine, sıkıntısına katlanmak durumundadır. Ruhundaki esriklik (sarhoş) gönlündeki kıpırtı, coşku bundandır.

“Kapılmışım aşk oduna bir kere” dizesinde, Neyzen aşk ateşine bir başka söylemle sevi oduna düştüğünü dile getiriyor; bir sonraki dörtlükte gönlünü sevgiliye verdiğini bu yüzden esrik (sarhoş) olduğunu söylüyor.  Dizede yer alan od, Köktürk Yazıtlarında yer alan ve ateş, alev anlamına gelen “öt” sözcüğünün zamanla “od” sözcüğüne dönüşmesiyle oluşmuş. Ateş, Farsçadan dilimize gelmiştir. Ne yazık ki sevi sözcüğü sonraki yüzyıllarda yerini Arapça kökenli aşk ve sevda sözcüklerine bırakmış; od sözcüğü Farsça ateş ve Arapça nar sözcüklerine. 

Zamanla kullanım alanı daralsa da od sözcüğü bir yolunu bulup varlığını sürdürmüş; özünü, rengini, kokusunu korumasını bilmiş. Nasıl mı? Yakacak anlamına gelen odun (ot-u-n), ateş yakılan yer anlamına gelen ocak (od-cak), yine barınılan ve ateş yakılan yer anlamına gelen otağ (çadır) (ot-a-g)sözcükleri od sözcüğünden türetilmiştir. Dahası baba ocağı, ata ocağı; od ocak kurmak gibi söylemlerde, bir anlamda, od sözcüğü tüm canlılığı ile yaşamaktadır. Ocak sözcüğünden mutfak anlamında ocaklık sözcüğü türetilmiş. Eski Türkçe döneminde kesmek, biçmek anlamına gelen bıçmak eyleminden türetilen bıçakla ilgi kurularak ocaklık bucaklık söylemine yer verilmiş. Çok yoksul, evsiz barksız anlamına gelen “odsuz ocaksız” deyimi hem od hem de bu sözcükten türetilen ocak sözcükleri bir araya getirilerek oluşturulmuş.

Ocak dar anlamda evin, geniş anlamda yurdun simgesidir. Tüten ocak, evde yaşam olduğunun belirtisidir. Bu nedenle Mehmet Akif,  al sancağın dalgalanması ile ocak arasında köklü, güçlü bir bağ kurmuş ve İstiklal Marşı'mızda “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” dizesinde yer vermiştir. 

Yine güzellemeye dönersek “Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü” dizesiyle başlıyor son dörtlük. Dizede, gönül yapmak ve gönül yıkmak deyimleri ustaca kullanılmış. Uygun sözlerle, davranışlarla bir kimsenin gücenikliğini, kırgınlığını giderip gönlünü yeniden hoş etmek; iyi davranışlarla kişiyi kendine bağlamaktır, gönül yapmak.  Birine çok üzücü davranışta bulunmanın ya da kötü söz söylemenin karşılığıdır, gönül yıkmak.  Yunus Emre “Dostun evi gönüllerdir / gönüller yapmaya geldim” söylemiyle gönüller yapmanın özünde var olan sevginin gücüne vurgu yapıyor. Dolayısıyla her şey sevgilide düğümleniyor. Neyzen'in gönlünü yapacak olan da sevgilidir,  yıkacak olan da.

Sıkışıldığında, karar vermekte zorlanıldığında “İki arada bir derede kaldım” denilir ya aşk ve sevi sözcüklerini kullanırken tam da bu duruma düşüyorum. Biri Arapça, diğeri Türkçe! Gönlüm, usum, mantığım sevi sözcüğünden yana. Gelgelelim bu sözcük günümüzde kullanılmıyor! Bir başka söylemle aşk sözcüğü diri, sevi sözcüğü ölü! Şiirde Neyzen, sevi sözcüğüne değil de bu sözcüğün Arapçadan dilimize giren karşılıklarına yer vermiş: sevda seli ve aşk odu. Bu iki sözcüğün ardından gelen sel ve od sözcükleri Türkçe!  Ben yine de sevi demeyi yeğleyeceğim.  Gönlüne sevi odu düşen Neyzen, yüreğinin sesini, coşkulu içli dizelere döker. Şiirin ilk dörtlüğündeki  renk kırmızıdır. Bunu yangın” ve alev sözcükleri ele verir. Yazında, kırmızı renk sevinin (aşk) simgesidir; gül sevgilinin. Onlarca şiir yazılmış sevi ve sevgili üzerine… Her birinin dili, algısı, yansısı, kurgusu başka güzel! Sevi köklü, özlü, evrensel bir duygudur. Bundan olsa gerek Neyzen şiirini kurgularken sevinin evrenselliğine vurgu yapmak amaçlı “Uğraya uğraya devirden devre / Bütün kâinatı aşarak geldim” dizelerine yer vermeği yeğlemiş. Bir bağlamda sevinin gücüne, etkisine, büyüklüğüne, derinliğine, yüceliğine vurgu yapmak istemiş. Öyledir de. Eski Türkçe döneminde, sevi üzerine söylenmiş bir koşuk daima ilgimi çeker:

Yalfın anın közi

Yeklin anın özi

Tolun ayın yüzi

Yardı menin yürek

 Gözleri büyüleyicidir, insanı çeker ve etkisine alır. Özü bu dünyada konuktur, yani ölümlüdür; yüzü dolunaya benzer. Böyle betimlenir, sevgili. Onu gören kişinin yüreği yarılır. Bunun adı sevidir. İki sözcük arasında yalın, yakın, sıcak bağlar olsa da sevgi ile sevi aynı anlamda değildir. Birinden diğerine geçiş yapılır. Sevgi geneldir, sevi özel.  Sevginin tutkuya dönüşen derin açılımıdır, sevi.  Mevlana “sandığın kadar değil yandığın kadardır” diyerek seviyi (aşk) tanımlamış. Sevgide beğeni, coşku,  huzur vardır; sevide tutku, bağlanma, yanma, katlanma, çile… “Bakarken kıyamamak mı yoksa doyamamak mıdır?” diyerek sözü sevi üzerine odaklayan Özdemir Asaf  “Seni saklayacağım inan / Yazdıklarımda, çizdiklerimde / Şarkılarımda, sözlerimde” dizeleriyle başlayan şiirinde, sevi ile yaşam arasında sıcak bir bağ kuruyor: “ Bir seviyi anlamak / Bir yaşamı harcamaktır”.  Sözün özü, özeti sevi emektir. Söz konusu sevi olunca sevgili hem bakarken kıyılamayacak hem de doyulamayacak yüce bir değerdir. Tutkudur, sevgidir, özlemdir; sevi. İsmail Hami Danişmend'in şiir dilinde “Bir kâsedür alav dolu gönlüm yanā yana / Men tā senün yanunda dahî hasretem sanā!” dizeleriyle dile getirilen sevenin gönlünü alev dolu bir kâseye dönüştüren, tüm bedenine ateş düşüren yalın, derin, içli bir duygu. 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve goreleden.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.