Yaşamak...
‘’Yaşam size verilmiş boş bir film; her karesini mükemmel bir şekilde doldurmaya çalışın’’ demiş Ara Güler...
Mükemmel bir şekilde dolduruyor muyuz, yoksa yaşadığımızın bile farkına varmadan savrulup gidiyor muyuz?
Bu hayata ne için geldiğimi sorarsanız eğer, size yazayım...
Bir çoğunuz gibi ben de mutlu olmak için yaşıyorum; bunun için çaba sarfediyor muyum, evet ediyorum. Kusurlarımla, günahlarımla, sevaplarımla iyi bir insan olmaya çalışıyorum. Bu dünyadan göçerken, aldığım hiçbir şeyi yanımda götüremeyeceğimi biliyorum; yalnızca ürettiklerimle, verdiklerimle anılmak istiyorum.
‘’Nasıl bir insandı’ diye sorduklarında, göç etmeden önce yaşarken, hatalarımla, sevaplarımla cevapları da duymak isterim elbet. Yaşadıklarımla değil yaşattıklarımla anılmak isterim. Bu öylesine güzel, öylesine yüreğime huzur veren bir duygu ki. Mutluluğun tanımı gibi, tarif edilemeyen duygular gibi. Yaşamak, bir yazıda ona rastlamak, en küçük kelimede mutlu olmak, güneş gibi parlamak, gökyüzü olmak, bulut olmak; yağan yağmurda ıslanmak ardından güneşe kavuşmak. Bazen yakıp ısıtan bir ateş, bazen ağlatan bir şarkıya sarılmak. Sesinizi duyunca dünyalara sahip olmuş gibi gibi olmak, tüm dünyayı avuç içlerime bırakmışlar gibi. Yaşamak tarifi yok. Gülümsemek gibi, huzur gibi. Soğukta ellerimi ısıtan bir çift el gibi. Susadığında bir su gibi. Yalnızlığımda bir dost, kötü günümde en güzel arkadaş gibi. Sevgili gibi. Varlığını hissettikçe mutlu olmak gibi. Aşk gibi, huzur gibi, yaşamak bu kelimelerin tanımı gibi. Ve o rastladığım en güzel sokak, en güzel şarkı, en güzel şiir, en güzel kitap gibi, en çok da aşk gibi.
Yaşamak için kalbimi dinliyorum, kendimi tanımaya çalışıyorum. Yaşamlara dokunuyorum, üretiyorum, hırstan, haramdan uzak olmak, aşk ile hayatla olan bağım sürsün istiyorum...
YAŞAMAYA DAİR
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
NAZIM HİKMET RAN