BİR ZAMAN SONRAKİ İLK ÖYKÜ

  Epey zamanlar oldu… Şöyle ağız tadıyla klavyeyi önümüze alıp da, bizden, bizlerden hele de Giresun’da olup bitenlerden olma bir öykü yazmayalı. Bir yıldan daha uzun bir zaman dilimini kapsayan bu süreçte araya başka başka şeyler girdi çünkü… Kimi zaman canımız yandı, kimi durumlarda milletçe büyük yıkımlar yaşadık, çoğuncası da bize gülmece öyküler yazdıracak bir ruh haline sahip olamadık yurdumuzun genel durumu itibarıyla sanırım bu aralıkta. Bu zaman aralığında kayıplarımız oldu… Gidenler gitti… Acının, ızdırapların derecesi en yüksek olanlarını, en can yakanlarını tatdık. Ben kendi adıma kişisel, bir takım sağlık sorunlarıyla uğraştığım kötü zamanlar yaşadım. Fakat her şeye rağmen ve o inatçı yapımızla, bu dönemde de üretmeye çalıştık, kadim şehrimiz için çabalamaktan geri durmadık. Çalıştığımız dosyalardan olan; “Giresunun Lakap Kültürü”, “Giresun Ot Yemekleri Kültürü” ve yirmi öyküden oluşan “Göz Değmemiş Öyküler & Küçük Göl” (hepsi de çocukluğumun hikayeleridir) adlı çocuk öyküleri serimizi tamamladık. Giresun’un olağanüstü halk kahramanı, yüz elli yıl öncesinin efsanesi “Micanoğlu”nu da yeni yazmaya başladık. Yaptığımız naçizane çalışmaları bir yukarıda yazdık gerçi ama şimdi burada; şunu yaptık, bunu yaptık, atomu baştan bir daha parçaladık, dünyayı değiştirecek olağanüstü buluşlar yaptık ya da “kendi konumuzla alakalı” Giresun kültür ve sanatına şöyle şöyle şahika eserler kazandırdık gibi ahmakça sözleri ise tabi ki etmeyeceğim… Sonuçta yaptığımız değeri hasbelkader olan ve naçizane iş, kendi çapımızda ama bize çok güzel bir ömür bahşeden çok sevgili bir şehre, onun bize verdiklerinin iadesi çabalarıdır. Bu merkezde de yapılan şey, halen bir çırak olarak kalmayı bilebilecek kadar görgülü, kibre ve ukalalığa, bir de ucuz hasetliklere asla bulaşmayacak kadar terbiyeli, edep sahibi bir kalemle az önce sayılanları ucundan bucağından başarabilme kaygısıdır. *** Şimdi dilerseniz konumuz biraz değişsin. Gülüşlere çok layık o güzel yüzünüz, gülmece bir hadiseyle ama bu çok gariptir; “pancarla” güzelleşsin hadi... Öykümüzün konusu gerçek ve yakın geçen günlerde yaşandı… İstanbul’da ikamet eden Giresunlu bir aile var… Ben de tanırım, bunlar güzel insanlardır ve gerçek manada “memleket sevdalılarıdır” bu insanlar. İstanbul ne kadar büyük, ne kadar cazip olursa olsun, bizler için memleketimiz bir başkadır, İsteseler de Giresun’dan kopamazlar bunlar. İşte bu manada geçenlerde, İstanbul’dan Giresun’a açılıp da gerçekleşen bir telefon görüşmesinde çok garip diyaloglar yaşanmış… Ben her şey olup bitenden sonra öğrendim bu hiç olmayacak olayı. Karadeniz’in milli ve kutsal yemeklerinin ana maddesi olan “pancar” hakkında olmuş, bu çok komik ama birazda yürek burkan diyaloglar. (Biz köylüyüz, pancara, burjuva tipler hariç “pancar” deriz Giresun ve Ordu’da. Bu öyküde ilk ve son kez yazıyorum bitkinin diğer tanımını: kara lahana) Her neyse… İstanbul’daki telefonun bir ucundaki mahzun ve çaresiz şahıslar, Giresun/Keşap’a ve dolayısıyla da köydekilere çok tuhaf diyaloglarla şu garip sitemleri iletmişler; … -Aluu Gülişaaan?.. Ula ha bu yapduuz nası bi utanmazlukdur bööle! Ula bu nasıl bi hayıtmadur söööleseeze siz baa? Ula ne oluyu bu hallı size? Ula aylardır yolliyamadıız bu pancar çuvalıız artık andır galsın! Artık eyice gine bizim rüyalarımıza girmiye başladı ya ula bu pancarlar!!! Garşı taraftansa İstanbul’a, pancar talep edenlere cevap verilmiş hemen; - Nurcihan aba ne gadar da üsdeledine sen bu pancar mevzuuunu? Allah aaazııın kitlemesin e’mi? Tamam ula tamam! Yolluciga artuk ne bulursak, arabiyse araba? Otobussa otobus? Fındıkgale var, Girasun Seyahat var. Gelür besbellim ula tamam dedüge size bi kere… Fakat Nurcihan hatun altta kalır mı? -Gız Gülişan… Gız aazına davun çıkmiyacasının nekbet gelini seni? Gız sen haurdan aaarı ne gonişiip da duriisun beninle böööle cazu cazu! Yemesini bırak, sen biliii musun, bizim hau yollicaaaz nefret olmiyasıca pancar çuvalına buriya gelür gelmez hepbirden nasıl da sarılacaaamızı? Gülişan gülerek; -Allah seni bildüü gibi etsin e’mi Nurcihan aba… Çuvala sarılanı da ilk defa göriim. Gız heç güleceem de yoodu? Eyi eyi… Yarınları bi bakalım da bi çaresini bulalım şu çuval yollama işinin. Nurcihan aba; -Baa bak Gülişan… Hau gocan olacak nasbalat Sırmabıyığın Köksal’a sööle, bi otobüs firması bulamasa bile 28 plaka bi gamıyuna, yada tırcıya rica etsin bullara gelen… Allah rızası üçün desin, iki ağliyip sızlasın.. *** Bu hiç olmayacak telefon trafiği işte böylesi olmaz olası saçma sapan diyaloglarla sürmüş biraz… En nihayetinde de pancar yükü sipariş, sonunda yola çıkabilmiş. Fakat bu anda da bir aksaklık olmuş. Biz tekrardan, sonraki konuşulan telefonları tekrar bir dinleyelim; -Aluuu… Nurcihan aba? Ben Köksal… Sırmabıyığın Köksal. -Tanıdım tanıdım pis gudubet seni! Ne oldu ula Nakiye’nin evlaaadı? Yoosa gine bi terslik mi çıktı nakliye de? -Yok aba yok, bi terslik yok. Ama dur! Pardun, var… Biz çuval bulamaduk pancarları depmiye. Unun yerine de sevkiyatı bi karton kutuynenlik yapiik habarıız olsun? -Allah seen belaan versin e’mi, bardabaş Köksal! Pariya gıyıp da bi dane çuval alamadın mı haurdan on para verip utanmaz seni? -Gız anam, mesele ööle deel ki… Aceliye geldi sefkiyat! İşler garuşdu!.. -Eyi eyi… Gören de seni bi gamyun fındık çuvalladı da Istanbul’a mal gönderii sanır? Yapduğun sefkiyat gözeen girsin senin! *** Bütün bunlar yaşandıktan sonra, yerine varacak koli nihayet ve günler sonra İstanbul’daki adrese ulaşmış ama... Fakat delilik parayla pulla mı? Bizim Köksal’ın yaptığı hiç olmayacak bir işle, tesadüfen kartondan boş bir “robot süpürge” kutusuna konulan pancarların yerine, koliden bütüün bu heyecanlı bekleyişlerin ardından gerçek bir “robot süpürge” çıkmış!.. Yani kutuları aynı olan yükler karışmış… Ama buradaki sahneyi ise bana hiç sormayın bence?.. Yanlışlıkla karışıp gelen olmaz olasıca robot süpürgeyi koliden çıkardıktan sonraki ünlem dolu bağırış-çağırışlara bir bakalım şimdi de; -Oooooo’ha! -Bu da neydi gız bacıım? -Geri zekaaalı Köksal! Koliye pancar guyacaana, kutunun dışındaaaki aynı resimdeeki robuttan guymuş? (Bu arada evdekilerde bir nev’i sinir boşalması ile psikolojik travma ve onun kötü etkileri başladı… Anlamsız gülmelerle karışık çıkan tuhaf sesler çıkıyor!) -Uyyyyyyyh! Anam ben sinir krizleri geçiriyu ma a’ha da? Uyyyh neydi bu başımıza gelenler!.. Gız Muazzez, haurdan baa golonyayı yetüşdür! -Allah seen belaaan versin Köksal!.. Mevlam yüzüün yusun gudubet, nekbet Gülişan! -Makina da çok haçcak görüniyo. Pancardan vazgeçsek de, bunu mu gabül etsek acep? -Olmaz öyle şey! Biz robut istemedük!.. Biz anam caanım pancallarımızı isterük! -Gız öyle deme ana? Baksaa, bi hata oldu bu belli emme, bu robutların piyasası da yirmibin liira!.. -Sıçdurma beni şimdi yirmi bin liiiraan Muazzez. Gaç başımdan yıkıl garşımdan! Zaati hersliyim, sinirimi senden almiyim? Şimdi oturur da pancar yerine robutu yerük biz zaati! *** Bu büyük üzüntüden ve artık canlarına tak etmiş olan “pancarsızlıktan” doğan özlem ve hasret dolu ağlaşıp sızlanmalar bir zaman daha sürer… Umutların tam da bittiği, sönüp sarardığı birkaç gün sonra ise bir mucize olur. Yapılan yanlışlık sonradan düzeltilmiş, robot süpürgesi kabındaki içi pancar dolu gerçek emanet, şimdi doğru adrese nihayet gelebilmiştir. Yirmi bin liralık robotu çaresiz geri verirler. Zaten gelen içi pancar dolusu bir çuvalları da yoktur, ona sarılamazlar. Kutuyu açtıklarında, artık olabilecek o acı sona ise hazırlıklıdır herkes. Çünkü hepsi de iyi bilir ki; pancar türü yeşil sebzeler tazeliklerini üç-beş günde kaybederler. Sararmış, solmuş, baygın haldeki artık işe yaramaz caanım pancarları üzüntüyle tam koliden çıkarıyorlarken, evin patavatsız kızı Muazzez yine yapar yapacağını… Anası Nurcihan hatun’a dönüp der ki bu; -Gız ana, gız biz gine de şansluyuk… Niye dersen?.. Gastede okuduydum, bu sözde, robut süpürge satan dolundurucular sübürke yerine koliye tek bir salatalık veyahutta tek batlıcan guyallarmış, kötü bi mesac gibi… Hani, bakın sizi nasıl gandurduk dercesine?.. Ama bize olsun öööle bi terbiyesüzlük yapmadular. Yirmi bin liraluk robutu takkacak yolladular! Bence insanlık ölmemiş taaca.. *** (Valla, a’ha da en son olanları yazarken ben de güldüm…) Zavallı Muaazzez; Bu yorumdan sonra, senin bu ortamda ne durumda olduğunu bilemiyoruz?.. Şayet dayak yemediysen, bizim bundan da bir haberimiz yok… Çünkü İstanbul’dan henüz başka da bir telefon henüz gelmedi. (Güneş teninizi yakmasın… Yağmur canınızı acıtmasın. Bu öyküyü okuyan gözlerinize yaş, ellerinize taş, o güzel yüreklerinize telaş değmesin.) - S O N -