ÇANAKÇI DERESİ ÖZGÜR AKSIN
ÇANAKÇI DERESİ ÖZGÜR AKSIN
Küçükken, Çanakçı Sarayköy’de, çok şiddetli fırtına çıksa, bir yerde orta ölçekli yangın olsa, dedemlerin mübadil edilen Rumlardan kalma Taş Yapısı evlerine sığınır, tehlike geçene kadar orada kalırdık. Çünkü Taş Yapısı evler oldukça sağlam evlerdi.
Küçükken, Çanakçı Sarayköy’de, çok şiddetli fırtına çıksa, bir yerde orta ölçekli yangın olsa, dedemlerin mübadil edilen Rumlardan kalma Taş Yapısı evlerine sığınır, tehlike geçene kadar orada kalırdık. Çünkü Taş Yapısı evler oldukça sağlam evlerdi.
Kışları çok iyi ısınır, yazları da oldukça serin olurdu. Karlı havalarda dışarda oynayıp çok üşüyünce hemen dedemlerin evlerine sığınırdık. O evler çok iyi ısınırdı ve korunaklıydı. Hele o Taş Kemer altında yakılan kara ateşin karşısında oturmak yok mu, iliklerimize kadar bizi ısıtırdı. Bir de Taş Kemerin altına kurulan sedirde uzanmanın keyfini hiç şeyde bulamazdık. Babam Cumhuriyetin ikinci kuşak erkeklerinden olduğundan, Ermeni ve Rum evlerinden bizim payımıza düşen olmamış. Ancak her iki dedemin de Taş Yapısı kemerli evleri vardı. Çocukluğumuzda, artık eskimeye başlayan bu Taş Yapısı evleri restore edip kullanma yerine, teker teker yıkmaya ve yerine, Karadeniz iklimine uygun olmayan, aşırı rutubete karşı bünyeleri korumayan, ya biriketten, ya da tuğladan mimariden, estetikten yoksun evler yapmaya başladılar. Gerçi o taş evleri restore edebilecek ustalar da birer birer uff olmuştu ama, neyse işte. Maalesef bir tarihe sahip çıkamadık.
Hele de bu sıralar evlere takılan şu plastik pencerelerden dolayı camlardan şırıl şırıl sızan nemden kaynaklanan sular kimsenin umurunda olmuyor.
15-16 yıl önce köyümüze yaptırdığımız yeni ev için abimle birlikte, fırınlanmış kestaneden ahşap doğrama ararken ve doğramalar taktırdıktan sonra, ‘bu devirde ahşap pencere mi kaldı’ diye köyde bize gülen kalmamıştı. O Taş Yapısı evler yıkıldıkça, el emeği göz nuru ile teker teker işlenen o kesme taşlar, patika yollara döşendikçe içimin nasıl da sızladığını hatırlarım. Oysa ki, dedelerimin geldiği Tonya’da Taş Yapısı evlerin çoğu halen ayakta. Orada da araziler küçüktür ama, yine de yeni ev ihtiyacı hissedenler, eski taş evleri yıkmadan korumuşlar ve yenisini başka alana yapmışlar. Cumhuriyetin ve Atatürk’ün maalesef en büyük yanlışı olan mübadele kararı, ülkede, mimari, ustalık ve zanaatkar bırakmamış. Bizim Karadenizli her naneyi bilen kalfaların mimarisine mahkum olmuşuz. Turizm beldesi sahil kentlerimiz ve Yunan Adalarında doğanın korunması ve estetik mimari açısından çok büyük farklar var. Sahillerimize çok fena kıymışız !
Artık bizim köyümüzde hiç kemerli taş ev kalmadı. En son kalanların maliklerine de ‘sakın yıkmayın, bu evler tarihi miras, lütfen bunları koruyun, ev ihtiyacınız varsa da, başka yere yapın’ diye çok ısrar ettiysem de, beni dinleyen olmadı. Zaten bu ülkede benim gibi solcuların kaderi bu ! Halkın gecekondusu yıkılırken, arazisi acele kamulaştırılırken, iş kazasında yaşamını yitirirken, doğal afette malı mülkü telef olurken, her türlü saldırıyı ve tehlikeyi göze alarak öne çıkarsan arkanda dururlar ama, siyasal, sosyal, kültürel meselelerde seni sadece dinliyormuş gibi yaparlar ama içlerinden de, ‘anlat anlat heyecanlı oluyor’ derler. Alıştık artık bunlara…
Taş Yapısı evler bir yana, Karadeniz sahil yolu yapılırken, bir kaç yer hariç kimsenin gıkı çıkmadı. Tirebolu’da Çınar Çetinkaya abim ve çevreci arkadaşlarının verdiği amansız mücadele sayasende, sahil yolunu Tirebolu’dan denizi yok ederek geçiremediler, Tirebolu tünelle geçildi. Sahil de kaldı, pırıl pırıl plajda, tarihi Tirebolu Kalesi de. Tirebolu halkı, şehrin göbeğine Çınar Çetinkaya ve arkadaşlarının heykelini dikse azdır. Görele’de ise kimsenin gıkı çıkmadı, Görele’de doğru dürüst denize girecek sahil de kalmadı. Bir çok Karadeniz kentinde de plaj filan kalmadu. Şimdi Görele’den deniz için insanlar Tirebolu’ya gidiyor.
Ardından Çanakçı Deresi üzerine HES’ler yapılmaya başlandı, çok küçük sayıda ve cılız ses çıkararak ülkenin duyarlı çevrecileri ve solcuları karşı çıktılar, muhalefet ettiler, halkı bilinçlendirmeye çalıştılar, toplantılar yaptılar ama, maalesef etkili olamadılar. Çünkü memleket meseleleri artık sadece solcuların ses çıkarmasıyla çözülemiyor. Herkesin, her kesimin, ayrımsız, fakatsız, amasız, lakinsiz çevresine sahip çıkması zorunlu…
HES’ler ardı ardına derenin üzerine sıralandı. Kendi adıma bu süreçte yer alamamak daha da dramatiktir. Üniversite eğitimi yapmada oldukça zorlanan yoksul ve kıt gelirli bir ailenin çocuğuydum. Üniversite’de öğrenciyken, yazları çalışır, okul zamanı da giderlerimin bir kısmını karşılardım. Bize Halil İbrahim Şengün’e gittiği gibi, köyün kurban derileri de gelmezdi. Köyümüzün HES’çi müteahhidi Halil İbrahim Şengün’ün İzmit ve Gölcük’de yaptırdığı inşaatlarda, yaz aylarında boyacı olarak çalışırdım. Her ne kadar emeğimin ve alınterimin karşılığını almış olsam da, bu ülkede işçiliğin ve çalışmanın toplumun geniş kesimlerindeki karşılığı ‘elinden ekmek yemek’ tir. Hem manevi olarak sırf bu yüzden Çanakçı Hes’leri için elimden geleni yapamadım, hem de köylüm Halil İbrahim Şengün’ün kahvehane kapısında sandalyeye yanlamasına kurularak ‘yazıklar olsun, nankörler, kaşık düşmanları, eline ekmek verdiğim, cebine harçlık koyduğum, aç karnını doyurduğum adam şimdi benim ülke için yaptığım yatırıma karşı çıkıyor, gomonistlik yapıyor’ deme fırsatı vermedim. Doğru yaptığım kanaatindeyim.
Şimdi geldik bu günlere…Her şeyin bir sonu olduğu gibi, elbette bir de başlangıcı var. Artık HES’lerin ülke için bir yatırım olmadığı, ülke ekonomisine ciddi katkılar yapmadığı, ciddi miktarda elektrik enerjisi üretmediği, çevreye, doğaya, canlı soylarına çok ciddi zararlar verdiği, esasen çok uluslu özellikle Avrupa kökenli büyük şirketlerin yatırımlarını artırabilmek ve büyüyebilmek için, mevzuatları gereği, elektrik enerjisi üretmeleri gerektiğinden ve zorunlu tutulduğundan, deresi ve suyu bol ve ucuz, halkı bilinçsiz ve çevreye duyarsız olan Türkiye’yi ve özellikle Doğu Karadeniz Bölgesini hedef seçerek ve Türkiye’den yerli işbirlikçi ortak bularak ardı ardına HES’ler kurdukları geniş halk kesimleri tarafından öğrenildi.
Bunun sonucunda 11 Temmuz Pazartesi günü Çanakçı Deresi üzerine yapılmak isten beşinci HES’e karşı çıkma, engel olma ve duyarlılık oluşturmak için, Çanakçı Deresi üzerinde Çöcen Köyü, Akköy ve çevre köylerde müthiş bir etkinlik düzenlendi. Biraz orta kulak rahatsızlığı ve yüksek basınçlı ortamdan uzak durma zorunluluğu, biraz da yoğun programlarım dolayısı ile orada olamadım. Ne kadar üzgünüm anlatamam. Canlı yayınları, fotoğrafları paylaşımları sosyal medyadan gözlerim yaşararak izledim. Hiç bir politik ayrım gözetmeden, hiç kimse yapılan işe sahiplenme derdine düşmeden, her kafadan ayrı ses çıkarmadan, sadece Çanakçı Deresine, doğamıza, çevremize, memleketimize, geleceğimize sahip çıkmak için, yüzlerce insanla birlikte, çok güzel arkadaşlarım ve dostlarım da oradaydı….
Biz küçükken ‘Bütün Aşklar Tatlı Başlar’ isimli bir sinema filmi vardı. Hakikaten Çanakçı aşkı ne de güzel başladı…Bana göre başta, Çanakçı’nın Efsane Başkanı Tuncay Kasım olmak üzere, sosyal medyadan görebildiğim kadarıyla arkadaşlarım Çınar Çetinkaya, Seyfullah Çiçek, Remzi Mamaşoğlu, Birsen Bilge, Nabi Beşir, Sebahattin Kudal, Bahtiyar Şengün, Nihat Öztürk, Figen Okat Dede de oradaydılar. Ne güzel ! Ne iyi etmişler orada olmakla ! Yüreklerine sağlık ! Derelerimizi, sahillerimizi, denizlerimizi, yaylalarımızı, meralarımızı, otlaklarımızı emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin üç kuruşluk çıkarları uğruna talan etmelerine, çevremizi, doğamızı yok etmelerine karşı durmak boynumuzun borcudur. Bundan sonra inşallah başka etkinliklerde aranızda olacağım. Sağolasınız, varolasınız. Çanakçı Deresi Özgür aksın.Orhan Kılıç
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.