Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.
Esenyurt Escort

ctwpaa.org https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler siyah bayrak ayna deneme bonusu veren siteler

Seyfullah Çiçek
Köşe Yazarı
Seyfullah Çiçek
 

MEHMET İPEK VE “ONUN GİBİSİ OLMAK”

Mehmet İpek, 40 yıllık arkadaşım, daha da ötesi kardeşimdir. Onunla yollarımız, 1987 yılında “Giresun Dergisi”nde kesişmiş, bugüne kadar sürmüş, Allah’ın izniyle mezara kadar da devam edecektir. Hani zaman zaman, “Hayatımı anlatsam roman olur”… Ya da, “Benim başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir” gibi laflar ederiz ya… Deyim yerindeyse, Mehmet İpek kardeşimin hayatı da bu tanımlara uyuyor. O da, böyle geçen hayatını, “Onun Gibisi Olmak” adını verdiği, 376 sayfalık bir roman halinde anlatmış. Anlıyoruz ki, normal bir insan bir koltuğa iki karpuz sığdıramazken o, yeri gelmiş iki, bazen üç karpuz bile sığdırmış. Aynı gün içinde öğretmenlik yapmış, paydos zilinden sonra üniversitenin yolunu tutmuş, onca yorgunluğuna rağmen, kısıtlı bütçesine biraz olsun katkıda bulunmak amacıyla bir arkadaşının dükkanında bile çalışmış. Deyim yerindeyse, hayata yenik düşmemiş, hepsinden de başı dik, alnının akıyla çıkmasını bilmiş. Bu kısa girizgahtan sonra biraz da romanın içeriğinden bahsedelim, dilerseniz. Mehmet Hoca, ne zaman torunlarıyla bir araya gelse, onlara yaşam öyküsünden kesitler anlatır. Yorgun argın iş dönüşü bir akşam yine aynı seremoni yaşanır: “Dede anlatsana. Anlatsana dede.” “Pekala. Oturun dizimin dibine ve dinleyin” diyerek, başlar yaşam öyküsünü anlatmaya, Mehmet Hoca. Sevgili Mehmet İpek Hocamız’ın “pişmiş tavuğun başına bile gelmeyen” yaşam serüveni, 1956 yılında Tirebolu’nun Işıklı köyünde dünyaya ilk çığlığını atmasıyla başlar. Ekmeğini taştan çıkaran fedakar bir baba ile cefakar bir ananın oğludur. İlkokul çağı geldiğinde bir sorunla karşılaşır. Doğum tarihi 1956 olmasına rağmen, nüfusta 1958 görünmektedir. Bunun sebebi ise, 14 Aralık 1959 tarihinde çıkan büyük bir yangın sonucu, içinde nüfus kayıtlarının da olduğu Tirebolu Hükümet Konağı’nın yanıp kül olmasıdır. Yangından sonra yeniden kayıt tutmak için köye gelen nüfus memurları doğumunu 1958 olarak kaydetmişlerdir. Bunun düzeltmenin de tek yolu, mahkemedir. Tutarlar Tirebolu’nun yolunu. Hakim amca ona adını, soyadını, buraya niçin geldiğini sorduktan sonra, sıra gelir can alıcı soruya: “Peki, okulu bitirince ne olacaksın?” Cevabı şöyle olur: “Senin gibi olacağım!” Sonuçta, yaş düzeltme işi halledilir. Mehmet İpek; ilkokulu köyünde, ortaokulu Tirebolu’da, öğretmen okulunu da Trabzon’da okur. Henüz öğretmen okulu öğrencisi iken, ailesinin oldu bittisiyle köyünün en güzel kızı Meryem’le nişanlanır, çok geçmeden de evlenir. Bingöl’ün Kiğı ilçesine bağlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde çok sevdiği mesleği öğretmenliğe ilk adımını atar. Köylüler, her türlü medeniyetten uzak yaşam şartları içinde olsalar da, vatanlarına bağlı dürüst, namuslu insanlardır. Çalışkanlığı, sevecenliği ve alçakgönüllülüğü sayesinde kısa sürede köylülerin sevgilisi olur. Ölümün kıyısından döndüğü birkaç doğal olaydan yakasını kıl payı sıyırarak geçirdiği iki yılın ardından memleketine döner. Bu arada çoluk çocuğa da karışmıştır. Bir biri peşi sıra ikisi erkek, ikisi kız dört evladı dünyaya gelir. Mesleğini bir süre köyünde sürdürdükten sonra, ver elini İstanbul, der. Asıl mücadele bundan sonra başlar, Mehmet Hoca için. Mütevazı öğretmen maaşı, gittikçe artan nüfusun masraflarını karşılamaya yetmemektedir. Hukukçu olmaya karar verir ve başarır. Hani, Tirebolu’daki hakime, “Senin gibisi olacağım” demişti ya…Tabir yerindeyse, sözünü tutar, onun gibi hukukçu olur. Ekonomik yönden de rahatlamıştır, artık. Bir taraftan öğretmenlik, diğer yandan da avukatlık mesleğini sürdüren Mehmet İpek kendini, çoğu Giresun’la ilgili olmak üzere pek çok sosyal ve kültürel faaliyetlerin içinde de bulur. Önce Av.Murat Toker, sonra da Remzi Mamaşoğlu kaptanlığındaki Giresun dergisinde 35 yıldır “Genel Koordinatör”lük ve köşe yazarlığı, sosyal ve kültürel etkinliklerde sunuculuk, moderatörlük yapar. Artık o, Giresun cemiyetlerinin aranan saygın bir kişisi olmuş, “Hoca” lakabı “İpek” soyadının önüne geçmiştir. Bundan sonra O, Giresunlular’ın “Mehmet Hoca”sıdır, artık! Sevgili Mehmet Hoca, gününü doldurduktan sonra öğretmenlikten emekliye ayrılıp, avukat olarak yoluna devam eder. Çocuklar büyür, okur; Cüneyt kendisi gibi hukukçu (önce avukat, sonra hakim), iki kız evladı ise yine kendisi gibi öğretmen olur. Fatih de, Anadolu Üniversitesi'ni bitirip hayata atılır. Torunlar bir biri peşi sıra dünyaya gelmeye başlar. Sıkıntılarla geçen yılların acısını çıkarırcasına, mutluluğun tadını çıkarmaya başlarlar. Ta ki, çok sevdiği hayat arkadaşı Meryem’in o menhus hastalığın pençesine düşmesine kadar. Bu defa Mehmet Hoca’yı bir başka sınav beklemektedir. Hastane köşeleri meskenleri olmuştur, artık. Geceler sabah olmak bilmez. Ama nereye kadar? Kader ağlarını örmeye başlamıştır, bir kere. Çok sevdiği hayat arkadaşı günden güne mum gibi erimektedir. Ah şu çaresizliğin gözü kör olsun! Takvim yapraklarının 5 Mart 2022 tarihini gösterdiği bir gün, Meryem yaşama gözlerini kapar. O, 7 Mart 2022 tarihinde çok sevdiği köyünde Mevlası’na kavuşurken… Yalan dünya da, geride kalanlara nispet yaparcasına dönmeye devam eder. Kadim dostum, kırk yıllık arkadaşım daha da ötesi kardeşim sevgili Mehmet Hocamız’ı bu acılı gününde de yalnız bırakmadık. Uzaktan, yakından koşup gelen mahşeri bir cemaatle namazını kıldığımız Meryem bacımıza dualarımızı gönderdik, Mehmet kardeşimizin acılarını paylaştık. Hayat böyle bir şey işte; “Bir varmış, bir yokmuş”! Giden gidiyor, giden geri dönmüyor. Geriye acı tatlı anılar kalıyor. Sonuç olarak… Mehmet İpek Hocamızın, yalın bir dille gerçek yaşamını anlattığı “Onun Gibisi Olmak” (Arı Sanat Yayınevi, Aralık, 2021, İstanbul) adlı romanında kendinizden de çok şeyler bulacağınızı düşünerek, başından sonuna kadar satır satır –hatta bazı satırların altını çizerek- okumanızı hararetle tavsiye ederim. Bu güzel eseri için Mehmet kardeşimi bir kez daha yürekten kutluyor, Giresun Dergisi’nde yıllarca sütun komşuluğu yaptığımız “Satırbaşı” köşesini de kitaplaştırmasını diliyorum. İletişim: av.mipek@hotmail.com
Ekleme Tarihi: 28 Haziran 2022 - Salı

MEHMET İPEK VE “ONUN GİBİSİ OLMAK”

Mehmet İpek, 40 yıllık arkadaşım, daha da ötesi kardeşimdir.

Onunla yollarımız, 1987 yılında “Giresun Dergisi”nde kesişmiş, bugüne kadar sürmüş, Allah’ın izniyle mezara kadar da devam edecektir.

Hani zaman zaman, “Hayatımı anlatsam roman olur”

Ya da, “Benim başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir” gibi laflar ederiz ya…

Deyim yerindeyse, Mehmet İpek kardeşimin hayatı da bu tanımlara uyuyor.

O da, böyle geçen hayatını, “Onun Gibisi Olmak” adını verdiği, 376 sayfalık bir roman halinde anlatmış.

Anlıyoruz ki, normal bir insan bir koltuğa iki karpuz sığdıramazken o, yeri gelmiş iki, bazen üç karpuz bile sığdırmış. Aynı gün içinde öğretmenlik yapmış, paydos zilinden sonra üniversitenin yolunu tutmuş, onca yorgunluğuna rağmen, kısıtlı bütçesine biraz olsun katkıda bulunmak amacıyla bir arkadaşının dükkanında bile çalışmış. Deyim yerindeyse, hayata yenik düşmemiş, hepsinden de başı dik, alnının akıyla çıkmasını bilmiş.

Bu kısa girizgahtan sonra biraz da romanın içeriğinden bahsedelim, dilerseniz.

Mehmet Hoca, ne zaman torunlarıyla bir araya gelse, onlara yaşam öyküsünden kesitler anlatır.

Yorgun argın iş dönüşü bir akşam yine aynı seremoni yaşanır:

“Dede anlatsana. Anlatsana dede.”

“Pekala. Oturun dizimin dibine ve dinleyin” diyerek, başlar yaşam öyküsünü anlatmaya, Mehmet Hoca.

Sevgili Mehmet İpek Hocamız’ın “pişmiş tavuğun başına bile gelmeyen” yaşam serüveni, 1956 yılında Tirebolu’nun Işıklı köyünde dünyaya ilk çığlığını atmasıyla başlar.

Ekmeğini taştan çıkaran fedakar bir baba ile cefakar bir ananın oğludur. İlkokul çağı geldiğinde bir sorunla karşılaşır. Doğum tarihi 1956 olmasına rağmen, nüfusta 1958 görünmektedir. Bunun sebebi ise, 14 Aralık 1959 tarihinde çıkan büyük bir yangın sonucu, içinde nüfus kayıtlarının da olduğu Tirebolu Hükümet Konağı’nın yanıp kül olmasıdır. Yangından sonra yeniden kayıt tutmak için köye gelen nüfus memurları doğumunu 1958 olarak kaydetmişlerdir. Bunun düzeltmenin de tek yolu, mahkemedir. Tutarlar Tirebolu’nun yolunu.

Hakim amca ona adını, soyadını, buraya niçin geldiğini sorduktan sonra, sıra gelir can alıcı soruya:

“Peki, okulu bitirince ne olacaksın?”

Cevabı şöyle olur:

Senin gibi olacağım!”

Sonuçta, yaş düzeltme işi halledilir.

Mehmet İpek; ilkokulu köyünde, ortaokulu Tirebolu’da, öğretmen okulunu da Trabzon’da okur. Henüz öğretmen okulu öğrencisi iken, ailesinin oldu bittisiyle köyünün en güzel kızı Meryem’le nişanlanır, çok geçmeden de evlenir.

Bingöl’ün Kiğı ilçesine bağlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde çok sevdiği mesleği öğretmenliğe ilk adımını atar. Köylüler, her türlü medeniyetten uzak yaşam şartları içinde olsalar da, vatanlarına bağlı dürüst, namuslu insanlardır. Çalışkanlığı, sevecenliği ve alçakgönüllülüğü sayesinde kısa sürede köylülerin sevgilisi olur. Ölümün kıyısından döndüğü birkaç doğal olaydan yakasını kıl payı sıyırarak geçirdiği iki yılın ardından memleketine döner.

Bu arada çoluk çocuğa da karışmıştır. Bir biri peşi sıra ikisi erkek, ikisi kız dört evladı dünyaya gelir.

Mesleğini bir süre köyünde sürdürdükten sonra, ver elini İstanbul, der.

Asıl mücadele bundan sonra başlar, Mehmet Hoca için. Mütevazı öğretmen maaşı, gittikçe

artan nüfusun masraflarını karşılamaya yetmemektedir. Hukukçu olmaya karar verir ve başarır. Hani, Tirebolu’daki hakime, “Senin gibisi olacağım” demişti ya…Tabir yerindeyse,

sözünü tutar, onun gibi hukukçu olur. Ekonomik yönden de rahatlamıştır, artık.

Bir taraftan öğretmenlik, diğer yandan da avukatlık mesleğini sürdüren Mehmet İpek kendini, çoğu Giresun’la ilgili olmak üzere pek çok sosyal ve kültürel faaliyetlerin içinde de bulur. Önce Av.Murat Toker, sonra da Remzi Mamaşoğlu kaptanlığındaki Giresun

dergisinde 35 yıldır “Genel Koordinatör”lük ve köşe yazarlığı, sosyal ve kültürel etkinliklerde sunuculuk, moderatörlük yapar. Artık o, Giresun cemiyetlerinin aranan saygın bir kişisi olmuş, “Hoca” lakabı “İpek” soyadının önüne geçmiştir. Bundan sonra O, Giresunlular’ın “Mehmet Hoca”sıdır, artık!

Sevgili Mehmet Hoca, gününü doldurduktan sonra öğretmenlikten emekliye ayrılıp, avukat olarak yoluna devam eder. Çocuklar büyür, okur; Cüneyt kendisi gibi hukukçu (önce

avukat, sonra hakim), iki kız evladı ise yine kendisi gibi öğretmen olur. Fatih de, Anadolu Üniversitesi'ni bitirip hayata atılır.

Torunlar bir biri peşi sıra dünyaya gelmeye başlar. Sıkıntılarla geçen yılların acısını çıkarırcasına, mutluluğun tadını çıkarmaya başlarlar. Ta ki, çok sevdiği hayat arkadaşı Meryem’in o menhus hastalığın pençesine düşmesine kadar.

Bu defa Mehmet Hoca’yı bir başka sınav beklemektedir.

Hastane köşeleri meskenleri olmuştur, artık.

Geceler sabah olmak bilmez.

Ama nereye kadar?

Kader ağlarını örmeye başlamıştır, bir kere.

Çok sevdiği hayat arkadaşı günden güne mum gibi erimektedir.

Ah şu çaresizliğin gözü kör olsun!

Takvim yapraklarının 5 Mart 2022 tarihini gösterdiği bir gün, Meryem yaşama gözlerini kapar.

O, 7 Mart 2022 tarihinde çok sevdiği köyünde Mevlası’na kavuşurken…

Yalan dünya da, geride kalanlara nispet yaparcasına dönmeye devam eder.

Kadim dostum, kırk yıllık arkadaşım daha da ötesi kardeşim sevgili Mehmet Hocamız’ı bu acılı gününde de yalnız bırakmadık. Uzaktan, yakından koşup gelen mahşeri bir cemaatle namazını kıldığımız Meryem bacımıza dualarımızı gönderdik, Mehmet

kardeşimizin acılarını paylaştık.

Hayat böyle bir şey işte;

“Bir varmış, bir yokmuş”!

Giden gidiyor, giden geri dönmüyor.

Geriye acı tatlı anılar kalıyor.

Sonuç olarak…

Mehmet İpek Hocamızın, yalın bir dille gerçek yaşamını anlattığı “Onun Gibisi Olmak” (Arı Sanat Yayınevi, Aralık, 2021, İstanbul) adlı romanında kendinizden de çok şeyler bulacağınızı düşünerek, başından sonuna kadar satır satır –hatta bazı satırların altını çizerek- okumanızı hararetle tavsiye ederim.

Bu güzel eseri için Mehmet kardeşimi bir kez daha yürekten kutluyor, Giresun Dergisi’nde yıllarca sütun komşuluğu yaptığımız “Satırbaşı” köşesini de kitaplaştırmasını diliyorum.

İletişim: av.mipek@hotmail.com

Bir açık hava ve şunu diyen bir yazı 'ONUN GiBiSi olmak MEHMET İPEK "Zamanın içinden geçip gidiyoruz" ARI 16 ANTU.cOm' görseli olabilir

Bir 2 kişi ve oturan insanlar görseli olabilir

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve goreleden.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.