Yine aylardan Kasım, ne geliyor aklınıza, Kasım hüzün mü, aşk mı, hazan mevsimi mi nedir sizce?
Her Kasım geldiğinde bir hüzün basar ruhumu, bedenimi sarar; Dünya liderimizin gittiği aydır... Tanıyamadığım, onunla büyüyemediğim babamın gözlerini yumduğu aydır... Atatürk’e, babama, yapraklarını döken ağaçlara yüreğimde kocaman bir aşk vardır Kasım’da...
Sonbahar’ın kendini kışa hazırladığı, güçlü aydır Kasım....
Gerçekten ne istediğimi bilmektir ve gerçekten ne istediğimi bilmek için tek yol, kendimi tanımaktır. Ve kendimi tanımanın tek yolu kendim olmaktır, kalbimi dinlemektir. Dibine kadar yaşamak için geldim bu dünyaya ‘’Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için; hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.’’
Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Hiçbir bakış, seziş, hissediş, düşünüş, algılayış da öyle; hatta bunların tersi de tesadüf değil. Yemek yediğimiz bir lokantada, alışveriş yaptığımız bir markette, yürüdüğümüz yolda yanlarımızdan birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar. Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, bir restoranda karşında seni selamlayan, yolu sorduğumuz herhangi biri, gülümseyen küçük bir çocuk, önümüzden aniden uçuveren kuş... Yaşadığımız en basit bir olay bile ruhsal, fiziksel, zihinsel, duygusal bir olayın tetikçisi olur. Bazen hiç hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz; hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi.. Bir bakış, bir martı çığlığı, bir çocuk sesi alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara...
Hem öğrenci hem de öğretmeniz her ilişkinin içinde; doğduğumuz aile, okuduğumuz okullar, arkadaşlarımız, sevgilimiz, çocuklarımız vs. Her ilişki farklı bir yönümüzün aynasıdır ve bizler de onlar için birer aynayız. Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişkiyi ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız. Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur ya da daha ağır durumlar yaşarız ta ki o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar tekrar tekrar yaşamaya devam ederiz. Bazen bazı insanların yaşamına yalnızca katalizör olarak gireriz; onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz. Yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz. Yani, en büyük düşmanımız en iyi dostumuzdur aslında; çünkü bizde en büyük değişime neden olur genellikle. Ve her karşılaşma kutsaldır.
Mutluluk gidilen yolun üzerindedir aslında....
Aşk, aidiyet değildir, aşk sahip olmak da değildir; aşk içe dönme ve özelin tadını çıkarmadır, aşk ne zaman geleceği belli olmayan bir yolculuktur.
Kasım’da aşkın her haliyle karşılaşmanız dileğiyle...