Gurup vaktini can evinde duyumsayan, yüreğinde yoğuran, mayalayan ve başarıyla dizelere döken şairlerden ilki, kuşkusuz Ahmet Haşim'dir. Akşam temalı şiirlerinde, gurup vaktinin romantizmini, hüznünü, duygusallığını etkili bir dile dizelere döker. Bunlardan biri de hoşlanarak okuduğum, içselleştirdiğim, tat aldığım “Süvari” şiiridir:
Şu bakır zirvelerin ardından
Bir süvâri geliyor kan rengi
Başlıyor şimdi melûl akşamda
Son ışıklarla bulutlar cengi!
Kendisini etkileyen dış dünyayı daha doğrusu manzarayı, bir ressam titizliğinde ustaca dizelere döker Haşim. Bu, iç dünyasında yankılanan, ruhunu saran, duygularını alevlendiren, yüreğini titreten kendi söylemi ile bir 'lisân-ı hafî', günümüz söylemi ile gizli dildir. Bir anlamda dışın içe bir izdüşümüdür. Sembolik şiirin önemli bir özelliğidir, bu. Vakit akşamdır. Güneş batmaya yakındır. Kızıl ışıklarlar suda, çevrede… Bu duygusal, romantik ortamda, tatlı bir hüzün, sıcak sıcak bir duygu doluverir ruha. Bu doğa ile insan ruhu arasındaki bir etkileşim, duygusal bir alış veriştir. Görüntü şiirsel bir dile dönüşür. Duygular kabarır; bakışlar derinleşir… Bakır zirvelerin ardından kan rengi bir atlı asker gelir; melankolik ortamda bulutlarla son ışıklar savaşır. Gurup vakti gördüğü, etkilendiği manzarayı böyle dizelere döker, Haşim. Bir anlamda bakıp da göremeyenlerin; görüp de algılayamayanların değil hem bakıp hem görenlerin yani şiir dilinden anlayanların romantizmini kaleme alır: Kızıl rengin egemen olduğu kısa süreli ortamda, son ışıklarla bulutlar cenk eder. Bu, gün ile gecenin, kızıl ile siyahın, gerçeklerle düşlerin savaşıdır. Özellikle yaz akşamları, denizin hemen üstündeki yemyeşil tepeden, akşamleyin denize bakmaya doyamam. Önce ufuk çizgisine yaklaşır, nar gibi güneş; sonra ufuk çizgisi ile çakışır. Denizin üzerine düşen kızıl ışık dalgaları suyu kan rengine çevirir. Güneş, damla damla batarken gölgelenen kızıllıklar su üzerinde son çırpınışlarını sergiler: Yakamozlar, titreşmeler, cilveleşmeler… O anlar yalnız kalmayı yeğlerim; sessizliği içime çekmeyi… Can Yücel'in “Bi Damlacık” şiirini anımsarım. Dizelerde yıkanır, duygularım:
Duru bir yeşildi ortalık
Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu
Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık,
Ağlarda sanki dargın bir kılıç balığı
Pullarını döküyor üstüme
Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir
Belki de anmak için
Bi damlacık bir sessizliği
Kıpkırmızı güneş, ufuk çizgisi, kızıl sular ve içimde kıpır kıpır duygular… Güneş batar batmaz, göz kırpar cam gibi parlayan kutup yıldızı. Ay bütün yalınlığı ile yükselir. Gökyüzü, çakıl çakıl yıldızlarla süslenir. Sessizlik, dinginlik, derinlik ve ay ışığı. Bir denize bakarım, bir göğe… Sulara yansıyan mehtabı seyrederim; Yahya Kemal'in “Kandilli yüzerken uykularda / Mehtabı sürükledik sularda” dizelerinin dinginliğinde. Yine Ahmet Haşim'den dizeler geliverir dilime: “Oklar gibi saplanmada kalbe / Düştükçe semadan yere mehtap”; ve yine Yahya Kemal'in düşlediği gibi “Hülya tepeler, hayal ağaçlar / Durgun suda dinlenen yamaçlar”…
Saatler ilerledikçe daha da ışıl ışıldır sonsuz derinlikler… Hemen üstümüzde gülümseyen yusyuvarlak Ay. Tepeler hülya, ağaçlar hayaldir. Sessizlik, dinginlik… Yukarıda dağ; aşağıda dere ve deniz! Ay ışığının büyülü ortamında kıpır kıpırdır, içim. Ve dudaklarımda yıllarca dillerden düşmeyen şarkılar: “Deniz ve mehtap sordular seni nerdesin?”; “Mehtaplı gecelerde hep seni andım”; “ Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık”…
Hoşlanırım böyle mehtaplı, yıldızlı ılık yaz gecelerinden; keyif alırım. Bir yanım sevgi olur, bir yanım çiçek; bir yanım hüzün olur, bir yanım gerçek. Sevinç, sevgi, mutluluk… ve Ülkü Tamer'in gece konulu dizeleriyle yoğrulur, özlem:
Geceleyin karanlıkta
Gülümsedim buluta ben
Saçlarına düşen yağmur
Gökkuşağı oldu birden
Geceleyin karanlıkta
Yıldız tuttum gök içinde
Işığını sana vurdu
Bir gül açtı yüreğinde
Orhan Veli'nin “Dili çözülüyor gecelerin / Gölgeler kaçışıyor derine” dizeleriyle betimlediği tan vaktinde, huzurlu bir uyku sonrası dingin uyanırım. Daha doğrusu ağacın dalına konan serçenin neşeli ötüşleri uyandırır beni. Ötedeki bir başka ağaç dalından karşılık verir eşi… Dakikalarca sürer bu kur yapmalar. Bu hoş sese, bu güzel nağmeye seheri bir burgu gibi delen bir karatavuk sesi karışır, kimi zaman. Sonra diğer kuşlar başlar ötüşmeye… Çağıl çağıl su sesi gelir dereden…
Yatağımdan çıkmadan pencereden karşılara bakarım. Kuşlar ötüşürken gölgeli tepeden güneşin ilk ışıkları süzülür. Gün ağarmaya başlar. Kızıl ışıklar, önce vadiye yayılır; sonra pencereme, odama, gözlerime düşer. Güneş yavaş yavaş büyürken deniz kızıl- sarı yakamozlarla titreşir. Köydeki evim, odam, yatağım bir mutluluk ülkesine döner.
Güneş tepeden yavaş yavaş yükselirken gölgeli kızıllık aydınlığa evrilir! Tan vaktinin bütün romantizmi, gizemi, büyüsü bozulur. Çıkmam yatağımdan, gözüme gelen güneşi engellemek için aralanmış perdeyi çekerim. Sırt üstü yatar, düşler kurarım. Ardından tatlı bir uyku gelir…