Eğdim ince dalını
Bılım bılım furmalar
Gız ben sana ne dedim
Ne bu ağız burmalar
Daha gün ışımadan
Bizim foruz ötüyü
Sevda denilen ateş
Hem yanıp hem tütüyu
Uzun yıllar emek verdiğim yöresel kırsal ağız ile ilgili derlemelerim, çalışmalarım “Görele Kırsal Ağızı” adı altında kitaplaştı. Kitabın giriş bölümünde ağız ile ilgili bilgiler verdim: “Ağız bir dilin bölgeler arasında, dahası bölgelerin de kendi arasında il, ilçe, köy bazında söyleyiş, ses, yapı ve anlam yönünden farklı özellikler taşımasıdır. Trakya ağızı, Ege ağızı, Karadeniz ağızı… Bunlar, kabaca bölgesel ağızlardır. Bölgelerin de alt ağız dallanmaları söz konusudur. İller, ilçeler, köyler arasında cümle, sözcük, ses, söyleşiş ve anlam yönünden farklılıklar, ayrılıklar, ayrışmalar olabiliyor. Giresun'da horan denilirken Trabzon'da horon deniliyor. Yine Giresunlu geliyor yerine geliyı(yu); bakıyor yerine bakıyı(yu) derken Trabzonlu bakayi, geleyi diyor. Görele'nin bir köyünde kazmaya, gazma denilirken bir başka köyünde mel (e uzun) deniliyor. Yine bir köyde, süzme işlevi gören mutfak gerecine süzgeç denilirken diğer bir köyde ilistir deniliyor. Bir başka söylemle, yazı dilinden ayrı konuşma dilinin renkli, ışıltılı, albenili kollardır, ağızlar; köklü, derin birer kültürel zenginlik.
Farklı bölgelerde yetişen ağaç ve bitki türleri ile ağızlar arasında ilgi kurarım. Çay ve fındık Doğu Karadeniz'in ürünüdür; zeytin Trakya'nın, Ege'nin; pamuk Akdeniz'in, buğday İç Anadolu'nun… Doğu Karadeniz'de pamuk yetişmez, Akdeniz'de fındık… Ağızlar da böyledir. Trakya ağızı, Ege ağızı, İç Anadolu ağızı, Karadeniz ağızı… Yöresel ürünler gibi yöresel tatları, kokuları, renkleri vardır ve biri diğerine benzemez. “Hatma abamın gızı gelin gidip barı bene de gelive yardıma deye ünlevedilee” söylemi Ege ağzının özelliklerini yansıtırken “Sen de epten yaptın kendini üç yaşında kızan gibi koş biraz be ya” söylemi Trakya ağzının özelliklerini yansıtır...
Görele kırsalında yüzyıllar boyu konuşulan dil (ağız) sözcüklerdeki ses değişiklikleri ile kendini gösterir. Bu konuşulan dile yansır. Ağızları derelere benzetebiliriz. Sonuçta taşan, kabaran dereler durulmuş su, yolunu bulmuş yatağında akmaya başlamıştır. İşte bu yatak yöresel ya da kırsal ağızımızdır.
Ağızların en belirgin özellikleri sözcüklerdeki ses değişiklikleridir. Görele kırsal ağızındaki ses özelliklerinden biri de sözcüklerdeki “h” sesiyle ilgilidir. Yukarıdaki atma türküde “furma” ve “foroz” sözcükleri ilginizi çekmiştir. Bunlara “tafta” ve “Salif” sözcüklerini de ekleyebiliriz. Bu sözcüklerin Görele kırsal ağızındaki söyleyişleri böyledir. Gırtlaktan çıkan bir sestir “h”. Örneklerde görüldüğü gibi sözcük başında ya da içindeki bu ses, kırsal ağızda diş-dudak ünsüzü “f” sesine dönüşmüştür. Hurma denmez, furma; horoz denmez, foruz; tahta denmez tafta, Salih denmez Salif denilirdi. Neden “denilir değil de denilirdi” diyorum? Günümüzde konuşma dilinde sözcükleri böyle söyleyen kimse yok! Ne var ki eski insanlar gitti, ağızlar bitti. Hızlı iletişim çağındayız. Radyo, televizyon, telefon ve diğer araçlarla yapılan görsel ve işitsel iletiler, sonuçta yöresel ağızların beslendiği dil, yaşam ve kültür damarlarındaki kan akışını durdurdu. Beslenecek ortam bulamayan ağızlar, boynunu büküp göç etti.
Sözcük başında bulunan “h” sesi ya yansıma sözcüklerle ya başka dillerden gelen sözcüklerle dilimize girmiş ya da eski dönemde başında “k” sesi bulunan bazı sözcüklerde bu ses zamanla “h” sesine dönüşmüştür. Örnek verirsek, harıl harıl, hışırtı, hırıl hırıl vb. yansıma (taklit yoluyla oluşturulan) sözcüklerin başında “h” sesi bulunur. Hasret, hava, havuz, hokkabaz, hayır, hor vb. başında “h” sesi bulunan bazı sözcükler, başka dillerden dilimize girmiştir ya da Eski Türkçe döneminde kanı, kangı, kanum olarak kullanılan sözcüklerin başındaki “k” sesi zamanla “h” sesine dönüşerek hani, hangi, hanım olarak söylenmeye başlanmıştır.
Bu sesin (h) Görele kırsal ağızındaki durumu nedir? Bunu sözcük başında bulunan “h” sesi ve sözcük içinde bulunan “h” sesi olarak değerlendirebiliriz. Sözcük başındaki “h” sesi bir iki sözcük dışında değişmemiştir. Başında ya da içinde yer alan “h” sesi “f” sesine dönüşen hurma, horoz, tahta, sözcükleri Farsça kökenlidir; Salih Arapça. İlk dört sözcük dışındaki hak, huzur, hâkim, hakaret, hararet, mahlûk; hasta, henüz, hoş, mıh vb. Arapça ve Farsçadan dilimize giren sözcüklerin başında ya da içinde bulunan “h” sesinde düşme olmamıştır.
Sonuçta “h” sesini değerlendirdiğimizde, Görele kırsal ağızının bu sesi birçok sözcükte kullanmadığı, düşürdüğü görülür. Özellikle kişi adlarında çok belirgindir, bu ses düşmesi. Hava, Hatice; Hasan, Hasret kişi adlarıdır. Bu kişi adlarının başında bulunan “h” sesi kırsal ağızda düşürülmemiş, olduğu gibi söylenmiş fakat başında “h” sesi bulunan Hüseyin'de ilginç bir durum ortaya çıkmış. Hüseyin halk ağzında “İsin” ya da “İsiyin” oluvermiş. Örnek mi? İşte yöresel bir türkü:
Sis Dağı'nın sisine
Söyledim İsiyin'e
Aldılar sevdasını
Gitti pisipisine
Hüseyin sözcüğünün başındaki “h” sesinin düşmesinin yanı sıra sözcükte ünlü değişimleri de görülür: Art arda gelen “ü” ve “e” sesleri “i” sesine dönüşür. Birçok kişi adında sözcük başındaki “h” sesi değişmezken Hüseyin'de niçin böyle bir değişme olmuştur? Bu sorunun yanıtı, yine halkta! Bu, halkın dili kendi ağızına göre biçimlendirmesi, kullanışı, işleyişi; bu yolla kendine benzetme çabası ile ilgilidir. Ben böyle düşünüyorum. Ağız dediğimiz dil zinciri, budur.
Yöresel dilde (ağız)sözcük içindeki “h” sesinin düşmesi oldukça yaygındır. Örneklersek:
Ahmet Amet,
Burhan Buran,
İhtiyar itiyar,
Maharet maret
Mahmut Mamut
Mehmet Memed,
Muhakkak Muakkak
Muhammet Muammed,
Muhittin Muiddin,
Sahipli/siz sablı/sız
Sahtekar satekar
Seher Seer,
Sihir siir,
Tahta tafta
…..
Bu geçerli bir kural mı? Hayır! Yöresel ağız, örnekte görüldüğü gibi birçok sözcüğün içindeki “h” sesini düşürerek söylerken “muhtar, sahi, yahni, Yahya, yuh, zehir vb. sözcüklerde “h” sesi düşürmeden kullanır. Hani “her yiğidin bir yoğur yiyişi var” denilir ya her yöresel ağızlar da bazı sözcükleri yontarak, keserek, biçerek ruhuna, iklimine, ağzına uygun hale getirir ve kullanır. Bu, somut bir gerçektir.
Her ağız yöresinin özelliklerini taşır ve yansıtır. Bu da başka bir gerçek! Yöresel ağızları derelere benzetirim. Yağmur çok yağarsa dereler uğuldar, coşar, taşar. Yağmur kesilince sakinleşir, durulur… Dereler taşınca nasıl taşları yontar, ezer, ufalar önüne katar, sürüklerse yöresel dil de ağzına uymayan sözcükleri öyle ezer, ufalar, yontar yatağında akan bir dere gibi rahatlar, huzur bulur. İşte bunun adı ağızdır. Yöresel ağızın bazı sözcüklerdeki “h” sesini tutması ya da atması bundandır. Dil bilinçtir, ağız sevgi.