Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim…
Nazım Hikmet, bu şiiri 1958 yılında Prag' da kaleme almış. Dizeler baştan sona buram buran özlem kokuyor. Şiirin yazıldığı tarih, ülkesinden ayrılışının on yedinci yılıdır. Öyle anlaşılıyor ki derin bir yurt özlemiyle çarpmaktadır, Nazım'ın yorgun yüreği. Dilinden düşmeyen sözcük: Memleketin, memleketim, memleketim…
Öyle ki ayrılırken yanında götürdüğü ne kasketi kalmıştır artık ne ayakkabısı ne Şile bezi mintanı… Yurdunu simgeleyen kasket, mintan ve ayakkabı yıpranıp kullanılamaz olunca, kokusunu alacağı, dokunacağı, teselli bulacağı, bir nebze olsun özlemini gidereceği ülkesine ait hiçbir somut bağı, hatırası kalmaz. Alnındaki çizgilerdedir artık, memleketi; bir de kriz geçiren yorgun kalbinde. Bu çok acıdır; çok hüzün verici ve yürek burkucudur…
Dil bir anlaşma aracı olmanın ötesinde bir kültür hazinesidir de… Bu hazine, zaman içerisinde yeni sözcükler katar bünyesine; bazı sözcükleri öteler, iter, atar bünyesinden; bazı sözcükleri, yoğurur, biçimlendirir yeniden anlamlandırır. Örnek mi? Bünyesinde bulunan gözgü sözcüğünü atmış yerine Fars dilinden aldığı ayine sözcüğünü yoğurup, biçimlendirip ayna olarak kullanmış. Bir ara Arap dilinden alıp kullandığı ayna anlamlı mir'ât sözcüğünü itmiş, ötelemiş ve bünyesinden atmıştır.
Eş anlamlı sözcükler yönünden zengindir dilimiz. Bu türden sözcüklerle doludur dil hazinesi. Bu hazinedeki eş (aynı) anlamlı iki sözcükten biri yürektir diğeri kalp. Yürek Türkçedir; kalp, Arap dilinden dilimize girmiştir. Dilimiz bu iki sözcüğü de kullanmaktadır. Diğer dillerden dilimize geçen pek çok sözcük, dili yabancı dillerin etkisinden kurtarma, dilde öze dönme, yalınlaşma, arılaşma anlayışı çerçevesinde elenip yerine Türkçe sözcükler yeğlenirken kalp sözcüğü bu rüzgârdan etkilenmemiştir. Dahası kök salarak dilimize iyice tutunmuştur. Bu, doğrudan doğruya dil ve kültür ile ilgilidir. Bazı yabancı kökenli sözcükler, uyum sağladığı bir başka söylemle dile ve kültüre omuz verdiği için yaşamaktadır. Kalp sözcüğü de bunlardan biridir; hüzün de, hâkim de, kitap da, kalem de, mahkûm da…
Dilimizde dahası şiir dilinde ayrı bir yeri vardır, hüzün sözcüğünün… Bir başka algı, bir başka duygudur hüzün; Erdem Beyazıt'ın yağmur kokulu dizelerinde: Dünyanın en uzun hüznü yağıyor / Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne / Kar yağıyor ve sen gidiyorsun… Güftesi Ahmet Cengizoğlu'na, güftesi Semahat Özdenses'e ait olan şarkıda yer alan hüzün sözcüğünün duygu ve düş sarmalında, besteye dolayısıyla dil ve anlatıma kattığı değere, içtenliğe, derinliğe, güzelliğe bakar mısınız?
Akşam oldu hüzünlendim ben yine
Hasret kaldım gözlerinin rengine
Gel mehtabım, gel sevgilim gel yine
Hasret kaldım gözlerinin rengine
Bu uşşak bestede hasretle yoğurulan hüzün, sevgilinin gözlerinden mehtaba değin içli, derinlikli bir duygu dalgasını akıtır, yüreklere… Şarkının beğenilmesinin, tutulmasının, unutulmamasının perde arkasındaki gizi, gizemi hatta izi budur, bence. Güftede yer alan “akşam, hasret, mehtap” sözcükleri, dilin bünyesine katıp kolayca hazmettiği, içselleştirdiği ve rahatlıkla kullandığı somut, yalın bir gerçektir. Bu ve benzeri sözcükler dilimize değer katmaktadır. Kalp öyle değil mi?
Eş anlamlı iki sözcüktür, yürek ve kalp. Zaman içinde deyim olarak ya da anlam genişlemesi yoluyla ilk anlamından sıyrılarak dile ve anlatıma önemli katkılarda bulunmuştur. Bu anlam genişlemesinde, biri diğerinin yerine geçmemiş; biri diğerini itip kakmamış. Daima uyum içinde olmuşlar. Kalp kırmak deyimi bunlardan biridir. Bunun yerine yürek kırmak deyimini kullanabilir miyiz? Söz konusu bile olamaz! Dil kendi mantığı içerisinde iki sözcüğü de yerli yerine oturtmuş ve kullanmıştır. Yürek yakmak deyimi öyle değil mi? Bunun yerine kalp yakmak gibi bir deyim kullanılabilir mi? Hayır! Demek ki dil zorlamaya gelmez. Zorlasanız da size kulak vermez; sizi anlamaz, dinlemez. Özüne, mayasına, ruhuna, mantığına uygun davranarak yol alır… Ne diyor bozkırın tezenesi (Neşet Ertaş) “Gönül Dağı Yağmur Yağmur” adlı türküsünde?
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gider yol gizli gizli…
Bu duygulu türküde geçen kalp sözcüğü yerine yürek sözcüğünü koyabilir misiniz? Hayır! Koyarsanız anlamsız ve gülünç olur! Dil bunu kabullenmez, reddeder. Kalp çalışkan bir sözcüktür. İlk anlamının dışında çıkarak kazandığı yan anlamlarla, mecazlı söylemlerle anlatıma kolaylık, rahatlık kazandırmış. Böylece kabuğunu kırarak dar alandan çıkmayı başarmış: Kalp kalbe karşı, kalbine girmek, kalp ağrısı, kalbi bozuk, kalbi fesat, kalbi geniş, kalbi kararmak… Nekahet yani hastalıktan kurtulup iyileşme döneminde, bir akşam vakti Bebek semtini, Boğaz'ın karşı kıyılarını seyreden Yahya Kemal; usulca dış dünyadan uzaklaşıp çalkantılı iç dünyasına yönelir. Bu somuttan soyuta geçiştir; görünenden görünmeyene bir akış. Gerçekler, duygular, düşler, düşünceler iç içedir bu duygusal akşamda. “Ses” adlı şiir böyle duygusal bir ortamda kaleme alınmıştır. Bu lirik şiir, anahtar söylem kalp ağrısı ile başlar:
Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,
'Ya Rab! Hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum.
His var mı bu âlemde nekahet gibi tatlı
Gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı
Bir taze bahar âlemi seyretti felekte…
Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te…
Kalp böyle de yürek böyle değil mi? Dilimize yer alan çok eski Türkçe bir sözcüktür, yürek. İslamiyet öncesi sözlü edebiyat dönemi ürünü olan ve on birinci yüzyılda kaleme alınan Divan-ı Lugati't- Türk'te yer verilen bir koşukta geçer:
Yalfın anın közi
Yelkin anın özi
Tolun ayın yüzi
Yardı menin yürek
Anlamını bilemeyeceğimiz iki sözcük vardır, bu koşukta. Diğerleri kolayca anlayabileceğimiz sözcüklerdir. Bunlardan büyülü, çekici anlamındadır, yalfın; misafir, konuk anlamındadır, yelkin. Eski Türkçe döneminde, etkilenmek, âşık olmak, tutulmak, vurulmak anlamında kullanılan yürek yarmak deyimi günümüzde ürkmek, irkilmek, korkmak anlamında kullanılan yüreği yarılmak deyimine evirilerek yoluna devam etmektedir.
Yürek ve kalp sözcükleri “-siz” olumsuzluk eki alarak ilk anlamından uzaklaşır. Kalpsiz sözcüğü vicdansız, acımasız, katı, duyarsız anlamında kullanılırken yüreksiz sözcüğü korkak anlamına gelir. Yine bu sözcüğün Arapçadan dilimize giren eş anlamlısı cüretsiz ve cesaretsizdir. Ayrıca “-li” eki alan bu iki sözcük, atak, yürekli, atılgan anlamlarına gelir. Bir olay ya da durum karşısında önünü ardını düşünmeden ileri atılan, gereksiz cesaret gösteren deli dolu kimseler için “Yürek mi yedin?” denildiğine tanık olmuşuzdur. Karşıdakine bir olayı, durumu anlatmak için saatlerce dil dökerek yorulan kimselerin diline doladıkları bir deyim vardır: Yürek tüketmek! Aşırı derecede arzu etmek, çok istemek anlamındadır yürekten çağırmak. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bestelenen “Bir Gece Ansızım Gelebilirim” şiirinin girişinde ustalıkla kullanılır bu deyim:
Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim…
Bahçıvan kıza seslenir, Pablo Neruda: Bildim ki / Küçük bahçıvan / Senin yürek atışların da / Ellerin kadar / Topraktan… Hilmi Yavuz'un dilimize başarıyla çevirdiği dizelerde yürek atışları ne güzel işlenmiş, öyle… Oktay Rıfat Horozcu “Kalbim sevda içindeydi / İstanbul bahar içinde” dizeleriyle bitirir “Anış” adlı şiirini. Şairin biri yürek derken diğeri kalp diyor. Dahası ikisi de içten, yürekten, kalpte söylüyor… Dilin gücü burada. Daha ne olsun ki?