Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır, parantez.
O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları
Ya sayfa altında, ya da az ilerde
Eserleri, ne zaman basıldıkları
Kısa, uzun bir liste.
Kitap adları
Can çekişen kuşlar gibi elinizde.
Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda.
O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis,
Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,
Öldürebilirsiniz.
Her insan kitaplarda yaşar mı? Hayır! Çoğu insan ölünce bir süre belleklerde yaşar; anımsanır, anılarda yaşatılır, sonra unutulur. Bu yalın bir gerçektir. Kitaplarda ölmek böyle bir şey olmalı. Bir de kitaplarda yaşamak var. Kimi insanlar ölseler de unutulmaz, yaşarlar. Bu onların insanlık adına yaptıkları hizmetle ilgilidir. Bu büyük bir savaşım olabilir, bir yapıt olabilir, bir buluş olabilir, bir değişim ve dönüşüm olabilir…
Âşık Veysel iki kapılı bir hana benzetir, dünyayı. İlk kapısı doğumu simgeler, son kapısı ölümü. Bu iki kapı, Behçet Necatigil'de iki paranteze dönüşür: Açılır parantez /Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti / Kapanır, parantez.
Yaşamı üç kenarlı bir zaman dilimi olarak düşünürüm. Bir dik üçgendir, bu. Alt tabanının ilk köşesi doğum, ikinci köşesi ölümdür. Tabanın iki köşesini tepe noktasında birleştiren iki yatay çizgidir, yaşam. Tepe noktasının uzunluğu ya da kısalığı ömürle ilgilidir. İnsan doğar, yükselir, alçalır ve ölür. Kısalı, uzunlu öykülerle biçimlenir, her yaşam. Ölüm, öykülere son noktayı koyar. Ölenler anılarda yaşar artık…
Behçet Necatigil'in “Kitaplarda Ölmek” şiirini her okuyuşumda böyle yoğun duygularla, düşüncelerle yoğurulur beynim. Yaşamak insan ömrü ile sınırlı mıdır? Öldükten sonra da yaşanılır mı? Düşünceler sıralanır beynimde… Ölen insan, zamanla unutulur mu? Bu kişiyle ilgilidir. Ölen insanların çoğu zamanla unutulur; fakat felsefe, bilim, sanat, edebiyat, mimari alanlarında iz bırakan öncü insanlar unutulmaz. Bunlar olağanüstü yetenekli, yaratıcı gücü olan kişilerdir. Felsefe ve bilimden örneklersek Aristoteles, Sokrates, Platon; Newton, Galileo, Albert Einstein… Sanattan ve edebiyattan (yazın) örneklersek Chopin, Mozart, Michelangelo, Van Gogh, Leonardo da Vinci; Cervantes, Shakespeare, Molière, Victor Hugo… Dünya tarihine damga vurmuş liderlerden örneklersek Büyük İskender, Julius Caesar, Cengiz Han, Napoléon Bonaparte ve Büyük Atatürk. Mimarimizden örnek verirsek Mimar Sinan! Edebiyatımızdan örneklersek Mevlana, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan… Bu örneklemeleri çoğaltabiliriz.
Öldükten sonra zamanla unutulmamak, silinip gitmemek, bir başka söylemle kalıcı olmak dâhinin yüreklere, beyinlere dokunuşuna bağlıdır bir de insanlığa sunduğu büyük hizmetlere. İşte Arşimet, Isaac Newton,Nikola Tesla… İşte Schiller, Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin… İşte Mevlana, Yunus Emre, Fuzûlî, Bâkî, Cengiz Aytmatov… On üçüncü yüzyıldan günümüze batmayan güneşler ve diğer yıldızlar… Konya'da, her yıl adıyla düzenlenen etkinliklerde, ölümden sonra yeniden doğuşu simgeleyen “Şeb-i Arûs” (düğün ya da kavuşma gecesi) ile yaşıyor Mevlana. Birlik, kardeşlik, barış, sevgi, hoşgörü diliyle insanlığa seslenerek “Yine gel, yine gel! Kim olursan ol, yine gel! Kâfir, mecusi, putperest olsan da yine gel! Bu bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!” dediği için yaşıyor, Mevlana. Kalplere, gönüllere, beyinlere seslenerek “Adımız miskindir bizim / Düşmanımız kindir bizim”; “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil”; “Ölür ise ten ölür / Canlar ölesi değil” dediği için yaşamakta Yunus Emre… “Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var / Âşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var” dediği için hâlâ gönüllerde Fuzuûlî. “Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” dediği için belleklerde yer alıyor, Bâkî. Dünyanın en uzun destanı Manas'ın sıcak dilini, insan odaklı ruhunu, özünü yapıtlarına taşıdığı için; sessiz yüreklere dokunduğu için kalımlı Cengiz Aytmatov. İnsanın umutlarını, yaşam mücadelesini, azmini, psikolojik gerilimlerini “Gün Olur Asra Bedel” romanında derinlikli olarak işlediği için; bir söyleşinde “Bizi gerçeğe götüren yol, adım adım olgunluğa, mükemmelliğe, güzelliğe de yaklaştırır” dediği için yaşamakta…
Âşık Veysel, iki kapı ile sınırlandırır yaşamı, Necatigil iki parantezle. Neler vardır parantezin içindeki çizgide? İnsanın yazgısı ya da başka bir söylemle öyküsü: Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci… Yaşamla ilgili ne varsa oradadır.
Kitaplarda ölündüğü gibi kitaplarda yaşanır da. Kitaplarda hapsolmuş onlarca şair, yazar, düşünür var. Onların yaşaması ya da ölmesi, bir başka söylemle unutulması ya da unutulmaması zamana bağlıdır. Kimileri zamana direnemeyip kitapların içinde hapsolurken kimileri zamana direnip kitapların tozlu sayfalarına hapsolmaktan kurtulur. Bu bir anlamda yapıtların, düşüncelerin, buluşların can vermesi ya da vermemesi ile ilgilidir. Faruk Nafiz Çamlıbel bu gerçeği “Yanarım benden evvel can veren eserime” dizeleri ile dile getirir. Âşık Veysel'in dilinde kalıcı olmak, dünyada “ölmez eser” bırakmakla ilgilidir. Mimar Anton Gaudi, tasarlayıp yapımına başladığı Barselona'daki görkemli kilise La Sagrada Familia ile ölmez esere (kalıcılığa) imza atmıştır. Mimar Sinan Süleymaniye, Selimiye, Mihrimah camileriyle, estetik taş köprülerle, hanlarla ölmez eserlere imza atmıştır…
Sıradan insanlar kitaplarda yer almaz. Kitaplarda yaşamak, Tevfik Fikret'in sembolize ettiği gibi gökten dehâ-yı nârı (ateş) çalıp insanlığın hizmetine veren mitolojik kahraman olmaktır. Bir başka söylemle “Promete” olmaktır. Kitaplara konu olmak, kitaplarda yer almak kişinin insanlığa sunduğu katkıyla, düşünceleriyle, yapıtlarıyla, buluşlarıyla olasıdır. Unutulmak ya da unutulmamak; kitaplarda yaşamak ya da kitaplarda ölmek, zamana bağlıdır. Kuşkusuz kimi şair ve yazarlar da zamanla kitapların tozlu sayfalarında kalarak unutulmaya yüz tutar; kimi şair ve yazarlar zamanı aşarak kitapların tozlu sayfalardan sıyrılıp bir kutup yıldızı gibi ışıl ışıl parlar.