Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.
Esenyurt Escort

ctwpaa.org https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler

Şükrü ÇOBAN
Köşe Yazarı
Şükrü ÇOBAN
 

DEDEMİN CENAZE TÖRENİ(2)

Şoför, yeni göreve atanan sağlık memurunu görev yerine götürdüm, Şiran'a dönüyorum, dedi. Durumumuzu anlatıp, bizi Şiran'a kadar götürmesini istedik. Sıkıyönetim komutanlığının kesin emri var, arabaya sivil vatandaş alamıyoruz, dedi. Öyle deyince, öğretmen kimliğimi çıkartıp gösterdim. Kimliği görünce, gelin, dedi. Sevincimizden uçmuştuk... En azından Şiran'a kadar gidecek; orada karnımızı doyurmak için lokanta, gece kalmak için bir otel bulabilecektik... Şoför gözünü yoldan ayırmadan, bu karda kışta ne işiniz var buralarda, diye sordu. Durumu kısaca anlattık. Araba eski, yol bozuktu ama muhabbet güzeldi. Şoföre ses olmuştuk... Şiran'a vardığımızda akşam olmuştu. Kendisine teşekkür edip ayrıldık... Arkadaşla baş başa kalmıştık... O, er veya geç bir araba çıkacağını söylüyordu. Başka çare yoktu, umutla beklemeye başladık... Çok soğuktu, ısınmak için, değişik yollar deniyorduk... Bir süre sonra, zaman geçti, araba filan geleceği yok, gidip karnımızı doyuralım; sonrada bir otel bulup yer ayırtalım, dedim. Arkadaşa takılıp, lokanta aramaya başladık... Sıkıyönetim dönemiydi... İş yerleri çoktan kapanmıştı... İn cin top oynuyordu sokaklarda... Anlı şanlı Şiran'da karnımızı doyuracak lokanta bulamamıştık. Şansımızdan küçü bir bakkal dükkanı açıktı. Bisküvi gibi bir şeyler alıp, köhne bir kahvede çayla birlikte yedik. Kahveciye, otel sorduk; var bir otel ama, bu saatte yer bulamanız zor, dedi... Bize kulak veren müşterilerden biri, siz en iyisi polise gidip yardım isteyin, bu saatten sonra otel filan bulamazsınız, dedi. Kahveci de arkadaş doğru söylüyor, siz öyle yapın, dedi. Çaresiz polis karakolunun yolunu tuttuk... Karakola varıp, derdimizi anlattık. Gözleri bizi tutmamıştı anlaşılan; bir sürü anlamsız soru sordular. Öğretmen olduğumu, izin verirlerse, karakolun bir köşesinde sabahlayabileceğimizi, söyledim. Böyle bir usulümüz yok, dedi bizimle konuşan polis... Çatmıştık; belki ikna olurlar, diye bir şeyler daha söylemeye çalıştım ama, çabam boşunaydı... İçlerinden biri; ilerde bir taş ocağı var, sahibi bu saatlerde içer, iyi bir insandır, o size yardımcı olabilir, dedi. Karakoldan çıkıp, tarif edilen yere doğru yürüdük. Gece olduğu için, pek bir şey göremiyorduk ama, galiba boş bir alandı... Epey yürüdükten sonra tarif edilen kulübeyi bulduk. Kulübe sahibi sesimizi duyup dışarı çıkmıştı. Bizi dinleyince, pek uygun değil ama burada kalabilirsiniz, dedi. Derme çatma küçük bir kulübeydi... İçkisni bitirmişti, çilingir sofrasını topladıktan sonra dışarı çıkıp, bir iki kucak odun bulup getirdi... Paltosunu alırken; sobanız sönmesin, yoksa sabaha kadar soğuktan donarsınız; kendinize iyi bakın, dedi. O gittikten sonra ihtiyaçlarımızı görüp, hiç zaman kaybetmeden, ayakkabılarımızı çıkarıp, olduğu gibi girdik yatağa... Bir ara uyanınca, sönmekte üzere olan sobayı doldurdum... Gün ışırken ikimiz de uyanmıştık. Hava hala buz gibiydi. Elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra kapıyı çekip çıktık. Doğruca araba durağının olduğu yere gittik. Gümüşhane dolmuşu saat onda kalkıyor, dediler. Yerimizi ayırtıp ilk iş olarak lokantaya koştuk. Dolmuşun kalkmasına iki üç saat daha vardı. Yemeği yedikten sonra kahveye gidip arabanın kalkış saatini beklemeye başladık. Çay içerken, iki gün içinde yaşadıklarımız sinama şeridi gibi bir bir gözümün önünden geçiyordu... Tazelenen çayın şekerini karıştırırken, hayat bu işte, dedim kendi kendime, acısı da olacak tatlısı da... Gümüşhane'ye vardıktan sonra arkadaştan ayrıldım; Erzurum'dan gelen otobüs Trabzon'a kadar gidiyordu... Yorgunluktan uyumuşum arabada... Eynesil'e vardığımda ise, karanlık çoktan kapatmıştı. Hollanda'dan gelen Ramazan amcam ve Antalya'dan gelen Tahir amcamın oğlu Mehmet cenazeye katılmışlar ve geri dönmüşlerdi. Ben ise yeni geliyordum! Rahmetlik dedem böyle durumlarda, "Gafadar işte durum böyle" derdi. İşte durum böyle...
Ekleme Tarihi: 25 Eylül 2022 - Pazar

DEDEMİN CENAZE TÖRENİ(2)

Şoför, yeni göreve atanan sağlık memurunu görev yerine götürdüm, Şiran'a dönüyorum, dedi.

Durumumuzu anlatıp, bizi Şiran'a kadar götürmesini istedik.

Sıkıyönetim komutanlığının kesin emri var, arabaya sivil vatandaş alamıyoruz, dedi.

Öyle deyince, öğretmen kimliğimi çıkartıp gösterdim.

Kimliği görünce, gelin, dedi.

Sevincimizden uçmuştuk...

En azından Şiran'a kadar gidecek; orada karnımızı doyurmak için lokanta, gece kalmak için bir otel bulabilecektik...

Şoför gözünü yoldan ayırmadan, bu karda kışta ne işiniz var buralarda, diye sordu.

Durumu kısaca anlattık.

Araba eski, yol bozuktu ama muhabbet güzeldi.

Şoföre ses olmuştuk...

Şiran'a vardığımızda akşam olmuştu.

Kendisine teşekkür edip ayrıldık...

Arkadaşla baş başa kalmıştık...

O, er veya geç bir araba çıkacağını söylüyordu. Başka çare yoktu, umutla beklemeye başladık...

Çok soğuktu, ısınmak için, değişik yollar deniyorduk...

Bir süre sonra, zaman geçti, araba filan geleceği yok, gidip karnımızı doyuralım; sonrada bir otel bulup yer ayırtalım, dedim.

Arkadaşa takılıp, lokanta aramaya başladık...

Sıkıyönetim dönemiydi...

İş yerleri çoktan kapanmıştı...

İn cin top oynuyordu sokaklarda...

Anlı şanlı Şiran'da karnımızı doyuracak lokanta bulamamıştık.

Şansımızdan küçü bir bakkal dükkanı açıktı. Bisküvi gibi bir şeyler alıp, köhne bir kahvede çayla birlikte yedik.

Kahveciye, otel sorduk; var bir otel ama, bu saatte yer bulamanız zor, dedi...

Bize kulak veren müşterilerden biri, siz en iyisi polise gidip yardım isteyin, bu saatten sonra otel filan bulamazsınız, dedi.

Kahveci de arkadaş doğru söylüyor, siz öyle yapın, dedi.

Çaresiz polis karakolunun yolunu tuttuk...

Karakola varıp, derdimizi anlattık.

Gözleri bizi tutmamıştı anlaşılan; bir sürü anlamsız soru sordular.

Öğretmen olduğumu, izin verirlerse, karakolun bir köşesinde sabahlayabileceğimizi, söyledim.

Böyle bir usulümüz yok, dedi bizimle konuşan polis...

Çatmıştık; belki ikna olurlar, diye bir şeyler daha söylemeye çalıştım ama, çabam boşunaydı...

İçlerinden biri; ilerde bir taş ocağı var, sahibi bu saatlerde içer, iyi bir insandır, o size yardımcı olabilir, dedi.

Karakoldan çıkıp, tarif edilen yere doğru yürüdük.

Gece olduğu için, pek bir şey göremiyorduk ama, galiba boş bir alandı...

Epey yürüdükten sonra tarif edilen kulübeyi bulduk.

Kulübe sahibi sesimizi duyup dışarı çıkmıştı.

Bizi dinleyince, pek uygun değil ama burada kalabilirsiniz, dedi.

Derme çatma küçük bir kulübeydi...

İçkisni bitirmişti, çilingir sofrasını topladıktan sonra dışarı çıkıp, bir iki kucak odun bulup getirdi...

Paltosunu alırken; sobanız sönmesin, yoksa sabaha kadar soğuktan donarsınız; kendinize iyi bakın, dedi.

O gittikten sonra ihtiyaçlarımızı görüp, hiç zaman kaybetmeden, ayakkabılarımızı çıkarıp, olduğu gibi girdik yatağa...

Bir ara uyanınca, sönmekte üzere olan sobayı doldurdum...

Gün ışırken ikimiz de uyanmıştık.

Hava hala buz gibiydi.

Elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra kapıyı çekip çıktık.

Doğruca araba durağının olduğu yere gittik.

Gümüşhane dolmuşu saat onda kalkıyor, dediler.

Yerimizi ayırtıp ilk iş olarak lokantaya koştuk.

Dolmuşun kalkmasına iki üç saat daha vardı.

Yemeği yedikten sonra kahveye gidip arabanın kalkış saatini beklemeye başladık.

Çay içerken, iki gün içinde yaşadıklarımız sinama şeridi gibi bir bir gözümün önünden geçiyordu...

Tazelenen çayın şekerini karıştırırken, hayat bu işte, dedim kendi kendime, acısı da olacak tatlısı da...

Gümüşhane'ye vardıktan sonra arkadaştan ayrıldım; Erzurum'dan gelen otobüs Trabzon'a kadar gidiyordu...

Yorgunluktan uyumuşum arabada...

Eynesil'e vardığımda ise, karanlık çoktan kapatmıştı.

Hollanda'dan gelen Ramazan amcam ve Antalya'dan gelen Tahir amcamın oğlu Mehmet cenazeye katılmışlar ve geri dönmüşlerdi.

Ben ise yeni geliyordum!

Rahmetlik dedem böyle durumlarda, "Gafadar işte durum böyle" derdi.

İşte durum böyle...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve goreleden.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.