"Kapıyı çalan kimdir?
Aç bakim gelen kimdir?
Yaram derine düştü,
Belki gelen hekimdir."
( Urfa Türküsü, Kaynak kişi: Mukim Tahir.)
O gün bir işim için Görele’ye gitmiştim.
Hava çok güzeldi.
İşimi gördükten sonra, Konakdüzü' ne gidip, dek geldiğim arkadaşlarla çay içip, muhbbet ettik...
O arada, hanım telefon ederek, iki-üç kilogram kadar sebze gübresi almamı, söyledi.
Arkadaşlarlala vedalaştıktan sonra Hasan Ağa Cami'sinin arkasındaki, daha önce de alış veriş yaptığım dükkandan sipariş edilen gübreyi aldım.
Saat daha erkendi...
Bir iki saat daha gezebilirdim.
Bulunduğum yerin az ilerisinde, eski öğrencilerimden, Sebahattin Cındık nam-ı diğer Tarzan'ın çay ocağı vardı.
İlk önce oraya uğramak istedim.
Çay ocağının oraya vardığımda içerde kimse görünmüyordu...
Kapıyı açıp içeri girince, Selahattin'in çay demediğini fark ettim.
Selam verdim, benim geldiğimi görünce, her zaman yaptığı gidi gelip beni kucakladı...
Belli etmesem de öğrencilerimi severim ama Selahattin gibi öğrencilerin yeri daha başkadır...
Az sonra çayım geldi; hem çay içiyor, hem de eski günleri yad ediyorduk.
Sohbetin bir yerinde; hocam, benim çocukluk yıllarım yaylalarda geçti, fındığı dalda askerlik yoklaması için Cenüğe geldiğimde gördüm, dedi.
Çocukluğumda yaylacılık yapmadım ama abimden veya başka arkadaşlardan yaylacı çocukların bizden çok farklı olduklarını biliyordum.
Örneğin, abim yüzmeyi benden çok sonra öğrendi...
Yaylacılığı bıraktıktan sonra, ilk kez fındık bahçesine girdiğinde yağlı fındıkla sivri fındığı ayıramadığını çok iyi anımsıyorum...
Selahattin, Balikoları'ndandır.
Kasap Balikoları'nın Kazıkbeli'nde yaylacılık yaptıklarını biliyordum ama obalarını bilmiyordum.
Selahattin, siz hangi obaya gidiyordunuz, diye sordum.
Hocam, bizim obamız Gölönü, dedi.
Karagöl'ün aşağısındaki Gölönü mü, deyince evet, dedi.
Ben Yılanlı obasını uzatan gördüm ama Gölönü Obası'na hiç görmedin, dedim.
Yılanlı bizden yukarıda, dedi.
Devamında anlattıkları benim ilgimi çekecek şeylerdi:
Gölönün'den çıkar, İncesulak'ta koyunlara su içirir, oradan Aksugözü' ne geçerdik.
Aksugözü Sarıyar'dadır.
Otu, has ottur; koyunlar buranın otunu çok sever, o yüzden koyunlar Aksugözü'ne koşarak giderlerdi...
Sarıyar'daki derenin oralarda kekik ve dudiye çiçeği çok olur...
Bizim obamız da Aksu, dedim.
Yapma hocam Aksulular bizim dostlarımızdı, hele Sofuoğullarıyla kardeş gibiydik, hala da öyleyiz ya...
Benim Yaylacılığım yok, ama Sarıyar'ın altına kadar gezdim, Bilal Suyu'ndan su içtim, Kuzugölü'nde çimdim, dedim.
Ben oraları pek bilmiyorum, dedi.
O günler çok güzeldi, dedim.
Evet, o günleri ben de çok özlüyorum, ama hocam, duyduğuma göre, oraların eski güzelliği kalmamış.
Maden şirketi, altın arayacağım, diye oraları delik deşik etmiş, doğasını bozmuş...
Söz buraya gelince, Erzincan İliç'teki ve benzeri felaketleri anımsadım...
Ve birden huzurum, neşem kaçtı.
Yarın benzer bir felaket, büyük bir olasılıkla bizim obaları da bekliyordu...
Çayımı bitirdikten ayrıldım çay ocağından...
Selahattin'le sohbet ederken, Sarıyar'daki derenin nereye aktığını sormamıştım.
Onu da Eynesil'de gördüğüm, Kazıkbeli'nde oğlak eti satan Arif Tapal'dan öğrendim.
Sarıyar'daki suyu, Alucra'ya bağlı Eşgüney Köyü almış.
Yaz gelip de fırsat bulursam, oraları gezeceğim.
İnsan, vatanını tanıyınca daha çok seviyor galiba...
Acaba yanlış mıyım?
Anasayfa
Yazarlar
Şükrü ÇOBAN
Yazı Detayı
Bu yazı 189+ kez okundu.
AKSU GÖZÜ'NE GİDİYORDUK
"Kapıyı çalan kimdir?
Aç bakim gelen kimdir?
Yaram derine düştü,
Belki gelen hekimdir."
( Urfa Türküsü, Kaynak kişi: Mukim Tahir.)
O gün bir işim için Görele’ye gitmiştim.
Hava çok güzeldi.
İşimi gördükten sonra, Konakdüzü' ne gidip, dek geldiğim arkadaşlarla çay içip, muhbbet ettik...
O arada, hanım telefon ederek, iki-üç kilogram kadar sebze gübresi almamı, söyledi.
Arkadaşlarlala vedalaştıktan sonra Hasan Ağa Cami'sinin arkasındaki, daha önce de alış veriş yaptığım dükkandan sipariş edilen gübreyi aldım.
Saat daha erkendi...
Bir iki saat daha gezebilirdim.
Bulunduğum yerin az ilerisinde, eski öğrencilerimden, Sebahattin Cındık nam-ı diğer Tarzan'ın çay ocağı vardı.
İlk önce oraya uğramak istedim.
Çay ocağının oraya vardığımda içerde kimse görünmüyordu...
Kapıyı açıp içeri girince, Selahattin'in çay demediğini fark ettim.
Selam verdim, benim geldiğimi görünce, her zaman yaptığı gidi gelip beni kucakladı...
Belli etmesem de öğrencilerimi severim ama Selahattin gibi öğrencilerin yeri daha başkadır...
Az sonra çayım geldi; hem çay içiyor, hem de eski günleri yad ediyorduk.
Sohbetin bir yerinde; hocam, benim çocukluk yıllarım yaylalarda geçti, fındığı dalda askerlik yoklaması için Cenüğe geldiğimde gördüm, dedi.
Çocukluğumda yaylacılık yapmadım ama abimden veya başka arkadaşlardan yaylacı çocukların bizden çok farklı olduklarını biliyordum.
Örneğin, abim yüzmeyi benden çok sonra öğrendi...
Yaylacılığı bıraktıktan sonra, ilk kez fındık bahçesine girdiğinde yağlı fındıkla sivri fındığı ayıramadığını çok iyi anımsıyorum...
Selahattin, Balikoları'ndandır.
Kasap Balikoları'nın Kazıkbeli'nde yaylacılık yaptıklarını biliyordum ama obalarını bilmiyordum.
Selahattin, siz hangi obaya gidiyordunuz, diye sordum.
Hocam, bizim obamız Gölönü, dedi.
Karagöl'ün aşağısındaki Gölönü mü, deyince evet, dedi.
Ben Yılanlı obasını uzatan gördüm ama Gölönü Obası'na hiç görmedin, dedim.
Yılanlı bizden yukarıda, dedi.
Devamında anlattıkları benim ilgimi çekecek şeylerdi:
Gölönün'den çıkar, İncesulak'ta koyunlara su içirir, oradan Aksugözü' ne geçerdik.
Aksugözü Sarıyar'dadır.
Otu, has ottur; koyunlar buranın otunu çok sever, o yüzden koyunlar Aksugözü'ne koşarak giderlerdi...
Sarıyar'daki derenin oralarda kekik ve dudiye çiçeği çok olur...
Bizim obamız da Aksu, dedim.
Yapma hocam Aksulular bizim dostlarımızdı, hele Sofuoğullarıyla kardeş gibiydik, hala da öyleyiz ya...
Benim Yaylacılığım yok, ama Sarıyar'ın altına kadar gezdim, Bilal Suyu'ndan su içtim, Kuzugölü'nde çimdim, dedim.
Ben oraları pek bilmiyorum, dedi.
O günler çok güzeldi, dedim.
Evet, o günleri ben de çok özlüyorum, ama hocam, duyduğuma göre, oraların eski güzelliği kalmamış.
Maden şirketi, altın arayacağım, diye oraları delik deşik etmiş, doğasını bozmuş...
Söz buraya gelince, Erzincan İliç'teki ve benzeri felaketleri anımsadım...
Ve birden huzurum, neşem kaçtı.
Yarın benzer bir felaket, büyük bir olasılıkla bizim obaları da bekliyordu...
Çayımı bitirdikten ayrıldım çay ocağından...
Selahattin'le sohbet ederken, Sarıyar'daki derenin nereye aktığını sormamıştım.
Onu da Eynesil'de gördüğüm, Kazıkbeli'nde oğlak eti satan Arif Tapal'dan öğrendim.
Sarıyar'daki suyu, Alucra'ya bağlı Eşgüney Köyü almış.
Yaz gelip de fırsat bulursam, oraları gezeceğim.
İnsan, vatanını tanıyınca daha çok seviyor galiba...
Acaba yanlış mıyım?
Ekleme
Tarihi: 03 Mart 2024 - Pazar
AKSU GÖZÜ'NE GİDİYORDUK
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.